
Beethoven / Symphony No.9 in D minor Op.125 - II. Scherzo

Beethoven / Symphony No.9 in D minor Op.125 - II. Scherzo
ikinci yarı


ANTİK DÖNEM
BERGAMASI'NDA
SEYİR PRATİKLERİ
Bergama denilince akla gelenler arasında Pergamon Akropolü ve Asklepion hiç kuşkusuz en başta yer alır. Antik dönemin baş döndürücü izlerini görebileceğimiz bu ören yerlerindeki ve hatta bunların dışında henüz kazıları tamamlanıp ortaya çıkartılmamış diğer tiyatrolar binlerce yıl öncesinin seyir pratiklerinin muhteşem mekânları olarak özel ilgiyi hak ederler. Bergama, on binlerce izleyiciyi bir araya getirebilen antik tiyatroları ile köklü bir seyir kültürünün de merkezi konumundadır.
Şimdi gelin, arkeolog Bülent Türkmen ile antik Bergama tiyatrolarının hikâyesini konuşup, bu seyir kültürünün antik çağdaki görünümünü hayal etmeye çalışalım ve o noktadan sıçrayarak çağdaş seyir pratiklerini araştırmayı sürdürelim.

Pergamon Akropol Tiyatrosu. Fotoğraf: Yücel Tunca-2018
“Bergama’da mevcutta biri amfitiyatro olmak üzere dört tane antik tiyatro yapısı var. Pergamon Krallığı’nın var olduğu Hellenistik Dönem’de Pergamon Akropolü'nde bildiğimiz dik yapısıyla meşhur olan tiyatro bunlardan biri. Bizde ‘en’ ve ‘ilk’ler çok sevildiği için bu tiyatro oldukça meşhur. ‘En dik tiyatro bizde’ diye övünülür ama bu pek de iyi bir şey değil tabi. Çünkü oturma basamaklarının oluşturduğu kaveanın yarım daire formunda olmaması sahnedeki sesin dağılımını olumsuz etkileyecektir.
Bu tiyatronun kapasiteyi arttırmak amacıyla yukarıya doğru yayılmış bir yapısı var. Dik olmasından daha önemli bir başka özelliği sahnesi aslında. Portatif bir ahşap sahneye sahip. Halen daha o ahşap dikmelerin oturtulduğu yerleri görebiliyoruz. Dolayısıyla tiyatronun sökülüp takılabilen bir sahnesinin olması önemli bir özellik. Eğimli araziye tiyatronun sahnesini inşa edebilmek için bir teras oluşturmak zorunluluğu doğmuş. Tiyatronun bu sahne terasının kuzey ucunda, şarabın, eğlencenin, tiyatronun tanrısı olan Dionysos’a ait bir tapınak var. Tapınağa gitmek için tiyatronun sahnesinin olduğu alandan geçmek gerekiyor. Tapınakta bir ayin yapılacağı zaman sökülen, tiyatro oynandığında tekrar kurulan ahşap sahne yapısı, 10 bin kişilik kapasitesi olan Pergamon kale tiyatrosunun en önemli özelliği.

Mystery
Onur Meriç Tunca
“Amfitiyatro ile ilgili Türkiye'de yanlış bilinen bir nokta var. Antik dönemde yapılmış olan bütün tiyatrolar için amfitiyatro terimi kullanılıyor. (...) Oysa birbirinden farklı iki forma sahip olan yapılardır bu tiyatrolar ve amfitiyatrolar."
Roma Dönemi’nde kent ovada yayılmaya başlıyor. Kale Tepesi diye adlandırılan ve Selinos Çayı’nın kıyılarına kadar Hellenistik Dönem’de genişleyen kent, Roma Dönemi'nde düz ovaya da yayılıyor. Kızıl Avlu, tiyatro, amfitiyatro, stadium, hamam gibi kamusal yapılar inşa ediliyor. Atmaca Mahallesi'ndeki tiyatro, amfitiyatro ve stadium yapıları eğlence kültürünün bu bölgeye kaydığını gösteriyor. Bugün bu bölgede Romanlar yaşıyor ve burada eğlence kültürünü devam ettiriyorlar… Atmaca Mahallesi'ndeki her iki tiyatronun da bu yıla kadar henüz bir kazısı yapılmamıştı. Kazı çalışmalarına bu yıl (2019) başlanan amfitiyatro, Atmaca Mahallesi’nin hemen arkasındaki Telli Dere’nin üzerinde inşa edilmiş. Atmaca’daki bir diğer tiyatro ise aşağı kentte yer aldığı için bugün Aşağı Kent Tiyatrosu olarak adlandırılıyor. Bunlar muhtemelen Hadrianus (117-138) Dönemi yani MS 2. yüzyılın başlarında inşa edilmiş. Pax-Romana (Roma Barışı) dediğimiz savaşsız yüzyılda... Roma Dönemi’nden bugün ayakta gördüğümüz yapıların çoğu II. yüzyılın ilk yarısına, Traianus, Hadrianus dönemine denk geliyor.
Amfitiyatro ile ilgili Türkiye'de yanlış bilinen bir nokta var. Antik dönemde yapılmış olan bütün tiyatrolar için amfitiyatro terimi kullanılıyor. Bu, Türkiye’deki mimarlık fakültelerinde de, tiyatro bölümlerinde de böyle öğretiliyor maalesef. Oysa birbirinden farklı iki forma sahip olan yapılardır bu

Bülent Türkmen. Fotoğraf: Yücel Tunca

Bülent Türkmen. Fotoğraf: Yücel Tunca

Bülent Türkmen. Fotoğraf: Yücel Tunca

Bülent Türkmen - Bergama 2020
Fotoğraf: Yücel Tunca
tiyatrolar ve amfitiyatrolar. Amfi (Amphi) Yunanca’da, karşılıklı iki şeyi anlatır. ‘Karşılıklı’, ‘ikili’ gibi bir anlama gelir Türkçe’de. Yarım daire veya at nalı formundaki tiyatroların aksine amfitiyatrolar yuvarlak ya da elips şeklinde bir forma sahiptir. Yani amfitiyatro dediğimizde Roma’daki Colosseum akla gelsin. Dolayısı ile Anadolu'daki antik kentlerdeki yapılar, amfitiyatro değil tiyatrodur. Antik döneme ait oldukları için de antik tiyatro demek daha doğrudur. İşte Bergama’da bahsettiğimiz yuvarlak forma sahip olan bir amfitiyatro var. Anadolu'da buradakinin dışında sadece iki yerde daha var. Biri Kyzikos’da (Erdek, Balıkesir), diğeri de Akdeniz bölgesinde… Onların pek kalıntısı yok, o yüzden formunu takip edemiyorsunuz. Ama Bergama'daki amfitiyatronun bütün çanağını, kaveasını görebiliyorsunuz. Bütünlüklü olarak Anadolu'da görebileceğimiz tek amfitiyatro olması nedeniyle büyük önem taşıyor.
(Bülent Türkmen ile yaptığımız birebir görüşmeden kısa bir süre sonra çeşitli yayın organlarında, Aydın’ın Nazilli ilçesi sınırlarındaki Mastaura antik kentinde bir amfitiyatronun bulunduğuna dair haberler yer almıştı. Basın kuruluşlarına yaptığı açıklamalarda, amfitiyatronun Anadolu’daki en iyi korunmuş örnek olduğunu vurgulayan Adnan Menderes Üniv. Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Sedat Akkurnaz, bin 800 yıllık yapının yaklaşık 100 metre çapa ve 360 derecelik oturma sıralarına sahip olduğunu belirtiyordu. 2020 yılında beş ay süren bilimsel çalışmalarla gün yüzüne çıkartılmaya başlanan yapının İtalya’daki Colosseum’un orta çaplı bir benzeri olduğu söyleniyor. - YT)


Berlin, Bergama Müzesi'nde
bulunan Pergamon Akropolü
maketi. (Maket: H. Schleif/
Yenileme: K. Stephanowitz)
Antik tiyatroların kapasitesi konusunda farklı fikirler var. Örneğin amfitiyatro için Ekrem Akurgal bir sayı söylüyordu ama biraz abartılı gibiydi. 50 bin gibi bir kapasiteden bahsediyordu. Ben de bir sayı söylesem o da yanlış olur. Bu yıl itibariyle başlayan çalışma biraz olgunlaşınca daha doğru bir bilgiye sahip olabiliriz. Aşağı Kent Tiyatrosu'nun da 20-25 bin gibi bir kapasitesi olduğu söyleniyor. Dediğim gibi bu söylediklerim, ölçümler tam olarak yapılıp ortaya konulmuş rakamlar değil. Çünkü bu ikisinde kazılar ya yapılmadığı ya da tamamlanmadığı için net bilgi yok.
Dördüncü olarak da Asklepion'un içerisinde çok daha küçük boyutlu bir tiyatro mevcut. O da 3 bin 500 kişilik. Onunkini biliyoruz. Diğerleri ile karşılaştırdığımızda daha küçük boyutta kalıyor. Şu anda da Bergama’da dönem dönem kullanılan tek antik tiyatro. Antik dönemden bir tiyatronun, 2000 yıl öncesine ait bir yapının halen kullanılıyor olması önemli.
Bu dört tiyatronun kapasitesini topladığımızda sayı neredeyse 100 bine yaklaşıyor. Biraz düşürsek bile, 70-80 bine ulaşan bir sayıdan bahsediyoruz. Ama bu şöyle anlaşılmamalı: ‘Bergamalılar tiyatro izlemeyi çok seviyordu, sürekli tiyatroya gidiyordu.’ biçiminde değil. Antik dönemde bugünkü festivaller gibi büyük festivaller yapılıyor. Olimpiyatlar gibi belli aralıklarla yapılan festivallerin yanı sıra, bağ bozumunda, baharın gelişinde, kentin koruyucu tanrıçası Athena'ya, tanrıça Demeter’e, krallara adanan bazı festivaller var. Bu festivallere sadece Bergama'da yaşayanlar gelmiyor. Civar kentlerden, Yunanistan'dan, adalardan, başka kent devletlerinden de katılanlar oluyor. Bu yüzden büyük kapasiteli yapılar yapılmış. Çünkü Bergama Roma'nın Anadolu'daki en büyük kentlerinden biri ki Roma'nın Anadolu'ya gelmesine sebep olan kent aynı zamanda. Roma'nın burada bu kadar çok yapı yapmasının sebeplerinden biri bu aslında.

Asklepion Tiyatrosu.
Fotoğraf: Yücel Tunca-2019

Bunlar dışında bugüne kadar tespit edilmiş üç tane de yine form olarak tiyatro formunda inşa edilen odeon dediğimiz yapılar mevcut. Bunlardan bir tanesi Gymnasium'un içinde; bir tanesi Diodoros Pasparos diye MÖ 1. yüzyılda, Bergama'yı yeniden canlandıran Roma'da konsüllük yapmış bir yönetici var, onun kahramanlaştırıldığı, ona adanmış bir Heroon'un içinde; bir de düzlükte İsmet İnönü Caddesi’nin İstiklal Meydanı’na yakın kısmında, sağda kocaman bir duvarının görülebildiği yer… Orası da üçüncüsüdür. Evlerin arasında sıkışmış durumda şu anda ama yukarıdan planı görülebiliyor bu odeonun. Odeon, müzik dinletilerinin yapıldığı yerlere verilen bir isim. Küçük yapılar olduğu için üzerleri kapatılabilir, dolayısı ile kışlık tiyatro gibi de kullanılırlar ama esas olarak müzik dinletilerinin yapıldığı yerlerdir. Küçük dememize karşın yer yer bin kişi kapasiteli yerler olduğunu da söylemek lazım. Bugün Bergama’da 350 kişilik bir tiyatromuz olduğu düşünülürse onların o kadar da küçük olmadığı anlaşılır. Odeonlar kış dönemlerinde Pergamon'un kendi iç dinamikleri kapsamında yapılan etkinliklerde kullanılıyordu muhtemelen. Gymnasium’daki odeon 1.000 kişilik bir kapasiteye sahipken, Diodoros Pasparos Heroonu’ndaki 120 kişiliktir. Aşağı kentteki odeon ise konutların arasında kaldığı ve bu yüzden incelenemediğinden kapasitesi şimdilik bilinmiyor.
İlk etapta sadece akropoldeki tiyatro vardı. II. Eumenes Dönemi’nde (MÖ 197-159) yapılmış bu tiyatro. Belki daha erken dönemde orada bir yapı vardı; onun üzerine yapıldığını söyleyen araştırmacılar da var ama bu çok net değil. Roma Dönemi’nde akropol tiyatrosunun tadilat geçirdiği de biliniyor. Asklepion'un içinde de yine Hellenistik Dönem’de yukarıdaki tiyatro ile aynı dönemde yapılmış bir tiyatro yapısı olduğu biliniyor ama Roma Dönemi’nde orası tamamen tekrar elden geçirildiği için daha erken döneme dair fazla bir iz bulamıyoruz.
Aşağı şehirdeki tiyatro, amfitiyatro ve Asklepion’daki tiyatro yapıldığında akropoldaki tiyatro da kullanılmaya devam ediyordu. Dolayısı ile aşağıdaki tiyatrolar kullanılırken yukarıdaki de kullanılıyordu. Belki şöyle bir şey olabilir: Yukarıdaki daha çok klasik dönem tragedyaları, hatiplerin konuşmaları ve toplantılar için kullanılıyordu. Çünkü tiyatrolar sadece tiyatro oyunları için değil başka etkinlikler için de kullanılmaktaydı. Roma Dönemi’nde revaçta olan gladyatör ve vahşi hayvan dövüşleri ise aşağı kentte inşa edilen amfitiyatroda, araba yarışları gibi oyunlar da stadion da yapılmaktaydı. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Üç tiyatro, bir amfitiyatro ve üç odeon, hepsi aynı dönemde kullanılmaktaydı. MS 2. yüzyılda hepsinin aktif olarak kullanıldığını söylemek mümkün.
“Aşağı şehirdeki tiyatro, amfitiyatro ve Asklepion'daki tiyatro yapıldığında akropoldeki tiyatro da kullanılmaya devam ediyordu."
“Bahsettiğimiz antik tiyatro sahnelerinde antik dönem tragedyalarının çoğu oynanmış."
MS 3. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan depremde Asklepion ciddi bir tahribata uğruyor. Orası o dönemden itibaren önemini yitirmeye başlıyor. Aşağıdaki iki tiyatronun, dediğim gibi, kazısı yapılmadığı için en son ne zaman kullanıldığına dair bilgimiz yok. Yukarıdaki tiyatro da biraz Bizans Dönemi ile birlikte gözden düşmeye başlıyor. Oralara kiliseler yapılmaya başlanıyor. Sahne kısmında bir kilise kalıntısı var mesela. Yukarıdaki Athena Tapınağı'nın olduğu alana, aşağı agoraya, Kızıl Avlu’ya da kilise inşa ediliyor. 4. yüzyılın son çeyreğinde Hristiyanlık’ın devletin resmi dini olmasıyla pagan ritüellerin yasaklanması sonrasında başlayan ve 6. yüzyıla uzanan süreçte önemini yitiriyor diyebiliriz tiyatro yapıları için. MÖ 776 yılında yapılmaya başlanan olimpiyatlar da Hristiyanlık ile birlikte MS 393 yılında yasaklanıyor. Hristiyanlık yaygınlaştıkça bu tür etkinlikler önemini yitirmeye başlıyor. Paganizm ile Hristiyanlık arasında bir çatışma söz konusu. İlk başta onlar Hristiyanları katlediyor. Bizim buradaki amfitiyatroda da böyle bir olayın yaşandığı aktarılır. Çok büyük katliamların yaşandığı söylenir. Hristiyan Bizans da bir önceki kültüre saldırıyor sonrasında.
Bu alanların Osmanlı'da kullanımı söz konusu değil tabi. Dolayısıyla yaklaşık 1500 yıldır kullanılmıyor bu tiyatro yapıları.
Bahsettiğimiz antik tiyatro sahnelerinde antik dönem tragedyalarının çoğu oynanmış. Homeros Destanı'ndan sahneler, Aiskhylos’un oyunları, Sofokles’in, Euripides’in tragedyaları gibi birçok oyun sahneleniyordu. Özellikle amfitiyatroda gladyatör oyunlarının oynandığını da biliyoruz. Bir antik kaynakta, burada bir gladyatör okulunun varlığından da söz ediliyor. Bizim amfitiyatro da bu oyunlara form bakımından uygun bir yapı. Hekim Galenos'un oradaki yaralı gladyatörler üzerinde çalıştığını da biliyoruz. Asklepion'da yine tiyatrolar, müzik dinletileri, bazı toplantılar yapılmaktaydı. Aristides (117-181) Asklepion’da, dönemin edebiyatçıları, yazarları, sanatçıları ile toplanıp sohbetler ettiğini aktarıyor. Sohbet ettikleri yer tiyatro mu, oranın kütüphanesi mi, tam bilemiyoruz ama bu tür bir kültür sanat merkezi gibi, dönemin aydınlarının, ileri gelenlerinin buluştuğu bir yer olduğu için oralardaki alanları da tabii ki kullanıyorlardır.
Tiyatronun, eğlencenin, şarabın tanrısı Dionysos olduğu için antik çağda festival dendiğinde ilk akla gelen tanrıdır. Ama bu festivallerin sadece tanrı Dionysos adına yapıldığı anlamına gelmez. Örneğin Pergamon’da kentin koruyucu tanrıçası Athena adına, tanrıça Demeter adına ve Pergamon kralları adına düzenlenen festivaller var. Bu festivallerin çoğu bir tanrı ya da tanrıçaya adanmış olsa da günlük yaşamda karşılıkları bulunuyor. Mesela bağ bozumu döneminde yapılan festivaller, baharın gelişini karşılayan festivaller gibi. Bugünün dinleriyle karşılaştırıldığında dini festivaller demek pek doğru olmuyor. Günlük yaşamın bir parçası olarak ürünleri toplayıp onun bereketi üzerinden yapılan etkinlikler. Bir şekilde bir tanrıya, tanrıçaya bağlasalar da daha çok günlük yaşamdaki değişimlere dair, berekete, bolluğa dair etkinlikler olduğu için bunu söyleyebiliyoruz. Roma İmparatorluğu Dönemi’nde ise şiddet içerikli oyunların ön plana çıktığı görülüyor. Vahşi hayvan dövüşleri, gladyatör dövüşleri gibi… Ayrıca siyasi kürsü olarak da bu tiyatrolar ve sahneleri kullanılıyor elbette. Çünkü halkı topladıkları alan orası…
Antik dönemde bu tiyatrolardaki bazı etkinliklerde bilet uygulaması olduğu da bilinmekte. Kazılarda ele geçen tiyatro biletleri mevcut. Hatta bazı tiyatrolarda, stadiumlarda oturma basamakları üzerinde bir ailenin ismine rastlıyoruz. Bu da günümüz deyimiyle ‘kombine bilet’ alındığını, yani o kısmın ayırtıldığını gösteriyor.


Bergama Kermesi sırasında Asklepion Antik Tiyatrosu'nda sahnelenen bir folklor oyunu.
Fotoğraf: Ali İhsan Güngül aile albümü-1964
Bu tiyatrolar genelde bulunduğu kentin adıyla anılıyor. Genelde özel bir isimleri yok, istisnalar hariç tabi. Roma’daki Colosseum, mesela.
Kazılarla birlikte ortaya çıkarılan akropol ve Asklepion’daki tiyatrolar 1937 yılında başlayan Bergama Kermesi ile birlikte tekrar kullanılmaya başlanıyor. İlk kermesin açılışı akropoldeki tiyatroda yapılmış. 1940’lı yıllardan günümüze kadar Asklepion’daki tiyatro Bergama Kermesleri’nde kullanıldı. Bu aslında Osman Bayatlı'nın etkisi. Bayatlı, kente büyük katkısı olan biri. Hem Kermes'in başlamasına, hem müzenin kurulmasına öncülük etmiş, sadece kent merkezinde değil, kırsal alanda da somut olmayan kültürel değerleri de kayıt altına almış, Tahtacı kültürünü, Çepniler’in geleneklerini... O kaydetmemiş olsaydı, şimdi Bergama’nın somut olmayan kültürel mirası hakkında çok az bilgiye sahip olurduk.”
BERGAMA'NIN BAYRAMI KERMESLERDE SİNEMA
Bergama’yı özel kılan kültürel değerlerin içinde bir tanesi var ki beraberinde getirdiği birçok tartışmaya karşın kentin kimliğine eşsiz bir katkı yapıyor: Kermes. 1937’den günümüze kadar aralıksız her yıl yapılan ve halk arasında ‘Bergama’nın düğünü’ ya da ‘Bergama’nın bayramı’ olarak da anılan Kermes Şenlikleri, Fransa’nın Nice kentiyle birlikte dünyanın ikinci yerel festivali olarak biliniyor.
Nebil Özgentürk, 2018 yılında yayınlanan Tarihin Işığında Cumhuriyet’in İlk Şenliği: Bergama Kermesi belgeselinin kitabında Kermes’i şöyle anlatıyor:
“Kermes, Anadolu’daki en verimli, en zengin antik toplumların beşiklerinden olan Bergama’da, her yıl mayısın ya da haziranın başında yapılan festivalin adıdır. Antik çağların, Anadolu’nun kadim kültürlerinin ‘Bahar Şenlikleri’ne denk düşen zamanlamasıyla, uygarlıkların beşiği Bergama’nın yerel bayramıdır. (…)
Hatta Bergama’yla o denli özdeşleşmiştir ki, bir anlamda binlerce yıl önce bu bölgede yaşayan, hüküm süren, eser bırakanlara da bir şükran borcudur Kermes…”

Hotel Capriccio
Onur Meriç Tunca



1937 yılının 22-28 Mayıs tarihleri arasında ilki yapılan Bergama Kermesi günümüze kadar kesintisiz olarak her yıl gerçekleştirildi. (Üstte ve sağda) (BERKSAV-Belleten/20)


Akşam gazetesi
28 Mayıs 1937
Kaynak: İÜ Gazeteden Tarihe Bakış Projesi dijital arşivi
1934 yılında Bergama’yı ziyaret eden Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Burasının dahilde ve hariçte kendini tanıtması lazımdır. Bu müstesna yurt köşemizin insanları için bir panayır, bir şenlik yaparak tanıtma imkânı verilmelidir.’ demesi üzerine hazırlıkları yapılıp 1937 yılında başlatılan Kermes, yerel kültürün tanıtımına yönelik olarak düzenleniyor ve programında sanatsal etkinliklere, spor karşılaşmalarına, folklorik gösterilere, el zanaatları sergilerine yer veriliyor. Kermesler bunların yanı sıra birçok farklı etkinliğe de sahne oluyor. Kermes takvimindeki etkinliklerin kapsamı düzenleme komitelerinin yapısına göre ve zamanının popüler etkenlerine bağlı olarak değişiyor. Öte yandan İsmet İnönü’nün 1943 yılında Ankara Halkevi’nde izlediği Kral Oidipus piyesinden sonra ‘Bu klasikleri harpten sonra, bütün dünyaya, Bergama tiyatrolarında göstereceğiz.’ sözleri üzerine Kermes günlerinde antik tiyatrolar yeniden hayat buluyor ve tiyatro Kermes programlarının uzun yıllar boyunca en önemli etkinliği haline geliyor.
1937 yılının 22-28 Mayıs günlerinde yapılan ilk Kermes’e 10 bin kişinin (Aynı dönemde Bergama kent merkezinde yaklaşık 15 bin, köylerde ise 43 bin kişi yaşamaktadır.) katıldığı biliniyor.
1934 yılında açılan ve araştırmacı Eyüp Eriş’in ‘bir halk okulu’ diye nitelediği Halkevi’nin organizasyonunda önemli roller üstlendiği Kermeslerin ilk yıllarında düzenleme komitesinde Osman Bayatlı gibi büyük değerlerin yanı sıra Bolşevik Cavid Bey’in teyzesinin oğlu avukat Mustafa Haluk Ökeren de Halkevi Başkanı olarak yer almaktadır. İlginçtir, 1939-43 yılları arasında Halkevi Başkanı olarak görev yapan Ökeren, daha sonra Demokrat Parti’ye geçecek, önce Tokat, ardından da İzmir milletvekili olacak ve üyesi olduğu parti 1951 yılında Halkevleri’nin kapatılması kararını verecektir.
Kermesler'in 80 yılı aşkın tarihine baktığımızda, etkinlikler içinde sinemaya çok az yer verildiğini görürüz. Kermes'in ilk yıllarında çeşitli belgesel ve eğitici film gösterimlerine alan açılmıştır. Yedi gün süren 1939 Kermesi’nin beş gününde film gösterimleri yapılacağı bilgisi basın bülteninde yer almaktadır:
“Bu arada parti ve Halkevi yararlı hareketlerde bulunuyor. Projeksiyon makinesi ile film ve resimler gösteriliyor.”


İkinci Kermes'in afişi.1938
Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.


4. Kermes'in program broşürü.1940
Kaynak: Nejat Çetinok arşivi
1941’deki 5. Kermes programında ise ilk kez program başlığı olarak ‘Sinema’ yazılmıştır ancak programda, hangi filmlere yer verileceğine ilişkin bilgi bulunmamaktadır.
1944 yılında, bir yıl öncesinde İsmet İnönü’nün Ankara’daki beyanını takiben Bergama’yı Sevenler Cemiyeti kurulur. M. Haluk Ökeren ve Bergama Müzesi Müdürü Osman Bayatlı’nın yanı sıra maarif memuru Haluk Elbe, dönem kaymakamının eşi Nermin Orhon, Halkevi Edebiyat Kolu Başkanı Orhan Yurdun, İzmir Milletvekili Rahmi Köken, CHP İlçe Başkanı Hasan Çelebioğlu, Belediye Başkanı Sami Altan ve Bergama Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı İsmail Pamukçu kurucular arasında yer alır. Cemiyetin ilk faaliyeti aynı yıl çok hızlı ve zahmetli bir çalışmayla Asklepion tiyatrosunun restorasyonunu yaptırmak olacaktır. Böylelikle 20 Mayıs’taki 8. Kermes açılışı 5 bin kişinin katılımı ile Asklepion Antik Tiyatrosu'nda yapılabilecektir.



1940'larda Asklepion'da düzenlenen Kermes etkinlikleri ve tiyatro oyunları.
(Üstte ve sağda) BERKSAV-Belleten/20
Aynı yıl Mustafa Halûk Ökeren 26 Mart’ta Ankara Radyosu’nda okuduğu ve daha sonra Bergama Sevgisi adlı kitabında da yayınlayacağı metinde, İsmet İnönü’nün 1943’teki sözlerini hatırlatarak Bergamayı Sevenler Cemiyeti’nin kuruluş gerekçesini anlatır:
“Bundan haberdar olunca, Bergama’da bir teşkilât yapmak lüzumunu hissettik. Düşündük ki, bu yüksek arzu yerine getirileceği zaman, hiç olmazsa Bergama Akropolü’ne biraz daha kolay çıkılabilsin, akropoldeki tiyatrolar biraz daha restore edilmiş olsun.
O Akropol ki, atalarımız orada bütün dünya insanlığının özlediği, hayran hayran tahahyül ettiği bir masal hayatı yaşamıştır.
O tiyatrolar ki, Bergama Devletinin en mesut devirlerinde şiir, sanat ve spor gibi güzelliğin en bediî tecellilerine sahne olmuştur.
Millî kültürümüze yeni bir hız verecek olan bu güzel hamlenin tahakkuk edeceği gün, alnını yılların buruşturup dehanın parlattığı yaşlı bir sanakârın faziletli başı gibi vakarla yükselen Akropolün şahikasından kültür hayatımızı yeni bir güneşin ışıkları aydınlatacaktır.
Düşündük ki, bu emrin gerçekleştiği gün, eski devrin sanat eserleriyle yeni Türkiye sanatkârlarını görmeğe gelecek olan ve kalplerinde sanat, tarih ve güzellik aşk ve heyecanı çarpan insanlığı, ayni sanat duygulariyle karşılamak için idealist insanların kuracağı bir cemiyet lâzımdır. İşte bu ihtiyaçtan ve bu düşüncelerden Bergamayı Sevenler Cemiyeti doğdu. Bu arzu ve bu düşünce cemiyetimizin ilham kaynağı oldu.”
1945 yılında, bu kez Pergamon Akropolü’nün muazzam eğimiyle ünlü tiyatrosunda yaklaşık 5 bin kişi neredeyse iki bin yıllık aradan sonra ilk kez Baküs (Dionysos) Töreni temsilini izleyecektir.
1946’da yapılan 10. Kermes programında 1941'de olduğu gibi yine adları ve detayları verilmemiş olan film gösterimleri yapılır.
1947 yılında ise Halkevi’nde saat 22.00’de Sinema ve Bergama Filmi’nin izleneceği duyurulur.
Bu gösterimler her yıl programda yer almaz. 1948 ve 49 yıllarının etkinlik takviminde yer almayan film gösterimlerine 1950’deki 14. Kermes’te İzmir Amerikan Haberler Bürosu’nun çeşitli konular üzerine hazırladığı filmlerle devam edilir.
Sinema gösterimlerinin programa alınmadığı sekiz yıllık bir aradan sonra 1958 yılındaki 22. Kermes’te 23 Mayıs Cuma akşamı yine İzmir Amerikan Haberler Bürosu tarafından eğitici filmler gösterilir. Ertesi gün ise o yıllarda Cumhuriyet Alanı denilen Cumhuriyet Meydanı’nda orta oyunu ve milli oyunların yanı sıra film gösterimi yapılır.
1959 yılındaki 23. Kermes’te de yine Cumhuriyet Alanı’nda benzer bir akşam etkinliği vardır; orta oyunu, milli oyunlar ve film gösterimi gerçekleştirilir.
1960 yılına gelindiğinde, 27 Mayıs Askeri Darbesi’nden 10 gün önce Bergama’ya gelip Bergama Pamuk İpliği ve Dokuma Fabrikası’nın (Sümerbank) açılışını yapan Başbakan Adnan Menderes sayılı günler sonra yaşanacaklardan habersiz, kürsüden CHP’ye yüklenir:
“Maceraları bertaraf etmekte kararımız çok katidir.”
Menderes’in de katıldığı 17 Mayıs’taki Sümerbank fabrikasının açılışından üç gün sonra 24. Kermes başlar ve darbeden dört gün önce biter.
1945 yılında, bu kez Pergamon Akropolü'nün muazzam eğimiyle ünlü tiyatrosunda yaklaşık 5 bin kişi neredeyse iki bin yıllık aradan sonra ilk kez Baküs (Dionysos) Töreni temsilini izleyecektir."


Çığır gazetesi
25 Mayıs 1963
Kaynak: Milli Kütüphane DA
1960 Kermes’i de sinemaya yer verilmeyen şenliklerden biri olmuştur.
1963 yılında, İzmir Amerikan Haberler Servisi’nin müdürü ve eşi Bergama Kermesi’ne katılmış ve getirdikleri 16 filmin gösterimi, Bergama Halk Eğitim Merkezi Film Kolu iş birliğiyle Kermes boyunca şehrin çeşitli bölümlerinde yapılmıştır. Bergama Çığır gazetesinin 25 Mayıs 1963 tarihli sayısındaki bir haberde, program dahilinde gösterilecek filmlerin isimleri tek tek yazılmıştır.
1964 yılında yapılan 28. Kermes programına ise şöyle bir not düşülmüştür:
“Bergama Halk Eğitimi Merkezi ve Amerikan Haberler İzmir Bürosu tarafından meydanlarda öğretici filmler gösterilecektir.”
1966 yılından itibaren Bergama Belediyesi tarafından düzenlenmeye başlanan Kermeslerde, 1980 yılına kadar herhangi bir belgesel, öğretici ya da sinema filmi gösterimi yapılmadığını görürüz.


1990 Kermes'i.
Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.
İlk kırk yıl boyunca mayıs ayının son haftasında düzenlenen Kermesler, 1977 yılından itibaren haziran başına alınır. 1980 Kermes’i de Haziran ayının ilk yarısında yapıldığı için üçüncü askeri darbenin yasak ve sınırlamalarından etkilenmeyecek, 44’üncüsü yapılan şenliklerin programında popüler kültür patlaması yaşanacaktır. Belediye Başkanı Rıfat Serdaroğlu’nun Yeşilçam’ı Bergama’ya taşıdığı 1980 yılında Necla Nazır, Perihan Savaş, Ali Poyrazoğlu, Korhan Abay, Aydemir Akbaş, Filiz Akın, Nazan Şoray, Hülya Koçyiğit, Selma Güneri, Fatma Girik, Zeki Alasya, Metin Akpınar Bergama’ya gelir. Ünlüler nikâh şahitliği yapar, bir futbol maçının hakemliğini üstlenirler. Ancak herhangi bir film gösterimi programda yer almaz.
1990 yılında ise Belediye Başkanlığı koltuğunda Sefa Taşkın oturmaktadır. 54. Kermes hem politik bir zemin kazanır, hem de birçok sinema oyuncusu ve yönetmenin katılacağı paneller, söyleşiler ve film gösterimleri ile renklenir. Belediyeye ait düğün salonunun tabelası değişmiştir ve artık ‘Belediye Düğün ve Sinema Salonu’ yazmaktadır tabelada. Dönemin popüler politik atmosferine uygun biçimde 54. Kermes’in kritik konuğu Zülfü Livaneli olur.


1980 Kermes'i.
Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.
28 Mayıs’ta başlayıp 3 Haziran’da biten Kermes boyunca, 72. Koğuş, Sis, Uçurtmayı Vurmasınlar, Bir Günün Hikayesi, Üçüncü Göz, Büyük Yalnızlık, Med-Cezir Manzaraları filmleri Belediye Düğün ve Sinema Salonu’nda gösterilir. Sis filminin yönetmeni Zülfü Livaneli ile de film gösterimi öncesinde bir söyleşi gerçekleştirilir. 30 Mayıs’ta yapılan 21. Yüzyıla Doğru Türk Sineması panelinde konuşmacılar arasında yine Zülfü Livaneli vardır. Panele ayrıca Kadir İnanır, Fikret Hakan, Erdoğan Tokatlı, Oğuz Makal, Agah Özgüç ve Erhan Erzurumlu gibi oyuncu, yönetmen, sinema tarihçisi ve yapımcılar katılır. Festivalin son gününde gösterimi yapılan Med-Cezir Manzaraları filmi de bir söyleşi ile birlikte gerçekleştirilecektir.


72. Koğuş
1987


Sis
1988


Uçurtmayı Vurmasınlar
1989


Bir Günün Hikayesi
1980


Üçüncü Göz
1988


Büyük Yalnızlık
1989


MedCezir Manzaraları
1989


Üç Arkadaş
Memduh Ün bu filmi
1958 ve 1971'de iki kez
çekmişti.
Ertesi yıl yapılan 55. Kermes’te de sinemanın aşikâr bir ağırlığı vardır. 3 Haziran 1991 Pazartesi günü başlayan festivalin ilk etkinliği, adı bu kez Belediye Sinema Salonu olarak duyurulan salonda Bekle Dedim Gölgeye filminin gösterimidir. Filmden sonra yönetmen Atıf Yılmaz ve oyuncu Hale Soygazi’nin katıldığı bir söyleşi yapılır. Söyleşinin hemen ardından Cumhuriyet Meydanı’nda şenliğin açılış töreni ve aralarında sinema fotoğrafları, sinema afişleri ve sinema kostümleri sergilerinin de bulunduğu sergi açılışları gerçekleştirilir. Aynı günün akşamında ‘Ustaya Saygı’ başlığı altında Memduh Ün’ün Üç Arkadaş filmi gösterilir.
Festivalin ikinci günü de bir film gösterimi ve söyleşi ile başlar. İki Başlı Dev filminin gösterimi sonrasında yapılan söyleşiye yönetmen Orhan Oğuz ve oyuncu Cüneyt Arkın katılır. Aynı gün yapılan Türk Sinemasında Yeni Arayışlar paneline Hale Soygazi, Atıf Yılmaz, Burçak Evren, Cüneyt Arkın, Oğuz Makal ve Oğuz Adanır gibi oyuncu, yönetmen, eleştirmen ve akademisyenler katılır. Akşam saatlerinde Asklepion Antik Tiyatrosu’nda Genco Erkal ve Dostlar Tiyatrosu’nun sahne almasından önce Belediye Sinema Salonu’nda Kadın Dul Kalınca filmi gösterilir.
Üçüncü gün İkili Oyunlar filminin gösterimi ve yönetmen İrfan Tözüm ile oyuncu Zuhal Olcay’ın katıldığı söyleşi; dördüncü gün Ekran Aşıkları filminin gösterimi ve yönetmen Ömer Uğur ile oyuncu Şahika Tekand’ın katıldığı söyleşi; beşinci gün Darbe filminin gösterimi ve yönetmen Ümit Efekan ile oyuncu Nilgün Akçaoğlu’nun katıldığı söyleşi; altıncı gün Yorum Yok filminin gösterimi ve yönetmen Eser Zorlu ile oyuncu Bülent Bilgiç’in katıldığı söyleşi; yedinci gün ise Ölürayak filminin gösterimi ve yönetmen Aydın Bağırdı ile oyuncu Filiz Taçbaş’ın katıldığı söyleşi gerçekleştirilir.


Bekle Dedim Gölgeye
1990


1990 Kermes'i.
Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.
Sinema alanındaki etkinliklerin dışında ilk Kermes’ten itibaren kesintisiz olarak devam eden tiyatro oyunlarının sahnelenmesi, halk oyunları gösterilerinin yapılması bu dönemdeki programın da ana yapısını oluşturmaktadır. Kermeslerin gelenekselleşen etkinlikleri dışında Sefa Taşkın döneminde demokrasi ve çevre konularında paneller, forumlar düzenlenir. Özellikle Türkiye’nin en büyük çevre direniş hareketlerinden birinin doğmasına sebep olacak olan Ovacık’taki altın madenine karşı bir cephe oluşturmaya yönelik etkinlikler ve 19. yüzyılın sonunda Berlin’e götürülmüş olan Zeus Sunağı’nın geri getirilmesi için kampanyalar gündem oluşturur.
Dönemin Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın, kentte Şen Sineması dışında diğer tüm sinemaların kapanmış olduğu günlerde ücretsiz otobüs seferleri düzenleyerek Bergamalıları İzmir sinemalarına taşımaya çalışır ancak bu yöntem hem sürdürülebilir olmayacak hem de kent halkının sinema ile bağını yaşatmaya yetmeyecektir.
Diş Hekimi Mehmet Kutlu Bergama’nın sinemasız kalmasına üzüldüğü o günleri şöyle anlatıyor:
“Sefa Taşkın, kültür hizmeti diyerek İzmir sinemalarına otobüs kaldırmaya başladı. Ben de ona ‘Buna kültür hizmeti diyorsunuz ama hizmet yapmak istiyorsanız burada sinema açın.’ dedim. Bu o kadar zor değil. Ama yapılmadı. Belediyenin düğün salonunu aynı zamanda sinema olarak kullanılmayı denediler. İzmir’den güzel de filmler getiriyorlardı. Ben de gittim. Ama anladım ki sinema, sinema salonunda izlenirmiş. Çünkü hiçbir şey anlaşılmıyordu. Akustik berbattı. Ve de vazgeçildi.
Daha sonra Akif Ersezgin başkan olunca ona da aynı şeyleri söyledik. Bir Kermes’e Fikret Hakan gelmişti. Ersezgin, Fikret Hakan’ın yanında ‘İki ay içinde bir sinema açacağım Bergama’ya.’ dedi fakat üstünden iki sene daha geçti, açılmadı.”
Bergama’nın sinemadan kopuşu Taşkın’ın belediye başkanı olarak göreve devam ettiği 1992 ve 1993’te yapılan Kermes şenliklerine de yansır ve önceki yılların aksine programlarda sinemaya ilişkin hiçbir etkinlik yer almaz. Gazetecilerin, yazarların ve politikacıların ağırlık kazandığı demokrasi, sendikal faaliyetler, ölümcül altın madeni işletmeciliği, yurt dışına kaçırılan tarihi değerleri ele alan tartışmalar, paneller organizasyonun odağını oluşturur. Deniz Baykal, Alparslan Türkeş ve Melih Gökçek gibi siyasilere serbest kürsüler açılır.


1990 Kermes'i.
Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.


1997 Kermes'i.
Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.


2004 Kermes'i.
Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.
1996 yılında altın madeni çevresinde yapılan ağaç katliamı ile yeniden hareketlenen gündem 1997 yılındaki Kermes’te de karşılığını bulur, altın madeni ve siyanürün doğa ve insana yönelik tehdidi panellerde tartışmaya açılır. Çeşitli politik çerçevelerde ele alınan demokrasi mücadelesi de gündemde tutulur.
1999 yılındaki 63. Kermes, Belediye Başkanı Akif Ersezgin döneminde yapılır ve sekiz yıllık aradan sonra sinema, Türk Sineması Nereye Gidiyor? başlıklı bir söyleşi ile Kermes’e son kez geri döner. Gülpark’ta 10 Haziran’da yapılan söyleşiye Fikret Hakan, Derya Alabora, Erdoğan Tokatlı ve Pınar Demirkapı katılır.
O yıldan sonra sinema, Bergama Kermesleri’nde kendisine ilginç bir biçimde hiç yer bulamayacaktır. Kermesler’in 90 yıla yaklaşan tarihi boyunca istisnai birkaç yıl dışında sinemaya doyurucu bir alan açılmadığı görülür. Kermeslerin ilk on beş-yirmi yılı daha ziyade yeni kurulmuş ulus devletin yerleştirmeye çalıştığı milli kimlik unsurlarının perçinleştirilmesiyle geçmiş, bu dönem içinde Türkiye’nin hemen her tarafında özellikle batı menşeli sinema filmlerinin ulus devlet bakımından tehdit teşkil ettiği saptaması belki de Kermes düzenleyicileri tarafından da dikkate alınmıştı. Kermeslerin kurucu ana fikrinde milli değerlerin öne çıkartılması ve bu değerlerin yurt içinde ve yurt dışında tanıtılması, Bergama’nın turizm potansiyelinin geliştirilmesi eğilimi bulunmaktadır. Öte yandan 1950’lerden itibaren büyük atılım gösteren Türkiye sinema sektörü, yıl boyunca Bergama’daki çok sayıda sinema salonunda varlık gösterirken, bu ilginin Kermes düzenleyicilerinde bir karşılık bulamaması şaşırtıcıdır. Sinemanın 1950’lerden 1970’lerin ortalarına kadar süren altın çağı da, 70’lerin sonundan itibaren güçten düşüp çökmeye başlaması da düzenleme komitelerini harekete geçirmeye yetecek uyarıcılar olamamıştır.
Bergama Kermesleri’ndeki ulusal ve yerel kültüre ait folklorik etkinliklerin, ata sporu adıyla paranteze alınan spor karşılaşmalarının gölgesinde kalmayan yegâne sanat dalı tiyatrodur. Bu kazanım sinema alanında yaşanamadığı gibi örneğin müzik alanında da yeteri kadar karşılığını bulmaz. Zaman zaman bu genellemenin dışına çıkan sanatsal müzik etkinlikleri yapıldıysa da müziğin çoğunlukla bir eğlence aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. Sonuç itibariyle Kermesler’de, sinemanın kültür ve sanat dünyalarına yapabileceği katkılardan mahrum bırakılan kent halkının, aynı zamanda bir eğlence aracı olarak da sinema ile buluşturulamadığını söylemek mümkündür.
O yıldan sonra sinema, Bergama Kermesleri'nde kendine, ilginç bir biçimde hiç yer bulamayacaktır.
BERGAMA'NIN SARI PERDELİ
EN GÜZEL SİNEMASI: KERMES
Kermes şenlikleri her ne kadar sinema ile gerektiği gibi buluşamamış olsa da Bergama’da açılacak yeni bir sinema salonu Kermes adını sahiplenerek güzel bir vefa örneği sergileyecektir.
Bergama’nın kışlık Cumhuriyet, Yeni (Şehir, Güven) ve Yıldız sinemalarının üçü de palamut, tütün ya da pamuk depolarının dönüştürülmesi ile kültür ve eğlence hayatına kazandırılmışlardı. Öte yandan, görece eski ve konforsuz bu mekânlara rakip olacak yeni ve göz kamaştırıcı bir salon ihtiyacı da hissediliyordu. Kasabanın İzmir yönündeki, o dönem için merkezden uzak sayılabilecek bölgesinde, çelikten ve betondan yapılmış bir binada yepyeni bir sinemanın açılmak üzere olduğu konuşulmaya başlanmıştı.
‘Bergama’nın kaldırımlarını döşeyen müteahhit’ olarak da bilinen Edip Biröz, nam-ı diğer Edip Usta, oğlu Necati ile birlikte, eski Hafızlar Mezarlığı denilen araziye yaptıkları binada kasabanın en güzel, hatta bazı iddialara göre bütün İzmir’in en iyi, en modern üç sinemasından birini açmak üzereydi. Adını, memleketin kesintisiz olarak 1937’den günümüze kadar devam eden tek festivali olan Bergama Kermesi’nden alacak olan Kermes Sineması, balkonuyla, localarıyla, katlanır kırmızı koltuklarıyla, gören herkesi etkileyecekti. Sinemanın makinistliğini ve müdürlüğünü yapan Mehmet Şagban'ın, açılış tarihini 1965 olarak hatırlamasına karşın, Selahattin Tural’ın Bergama Düşlerimin Şehri-İzmir Sevdam kitabında 1963 yılında açıldığı bilgisine yer verilen Kermes Sineması, kimine göre 500, kimine göre 1000 kişilikti ve epey büyük bir sahnesi vardı. Bu özelliği sayesinde defilelere ev sahipliği yapılabilecek, Cuk Cuk Tevfik rolündeki Hulusi Kentmen ile Hüseyin Baradan’ın oynadıkları Çatallı Köy gibi tiyatro oyunları sahnelenebilecek, Beyaz Kelebekler’den Nuri Sesigüzel’e, Alaeddin Şensoy’dan Cem Karaca’ya kadar dönemin birçok ünlü sanatçısının konseri düzenlenebilecekti.
Bergamalıların İzmir’de gidip de hayran oldukları İkbal Sineması kadar etkileyici olan Kermes Sineması rekabeti bir üst noktaya taşımıştı. Öncesinde Cumhuriyet ya da Yeni Sinema’da kendilerini rahat hisseden Bergamalılar Kermes’in konforunu görünce diğer sinemalara dudak büker hale geldiler. Sadece iki dezavantajı vardı Kermes’in: Öncelikle merkez mahalleler olarak kabul edilen Kale ve Yahudi mahallelerinden biraz uzaktaydı. Şehir dışına yapıldığını düşünenler bile vardı. Diğer yandan Bergama da giderek büyüyor,


Edip Biröz'ün, askerliğini yaptığı dönemde oğlu Necati ile birlikte çektirdiği hatıra fotoğrafı.
Fotoğraf: Sibel Akbaş aile albümü
genişliyor, İstiklal Meydanı ve Cumhuriyet Meydanı’nın dışında yeni merkezler oluşuyordu. İkinci dezavantaj, bilet fiyatlarının diğer sinemalardan bir miktar yüksek olmasıydı. Fakat güzel ve güncel filmler, modern görünüm ve nitelikli teknik altyapı sayesinde bütün dezavantajlar sorun olmaktan kolayca çıkacaktı.

Süleyman Canoğlu. Fotoğraf: Yücel Tunca

Süleyman Canoğlu. Fotoğraf: Yücel Tunca

Süleyman Canoğlu. Foto ğraf: Yücel Tunca

Süleyman Canoğlu - Bergama 2020
Fotoğraf: Yücel Tunca
Çocukluk yaşlarında matbaalarda çalışmaya başlayan Süleyman Canoğlu, Kermes Sineması’nın en küçük müdavimlerinden biri olarak o yılları anlatıyor:
“Ben sinema konusunda okulumu terk etmiş bir insanım. O yüzden sinemaları tek tek sayabilirim. Biletlerini biz bastığımız için sinemalara bedava girerdik. O kadar ki sinemakolik olmuştum. Ortaokula başladığım zamanlarda matbaanın yoğunluğundan, elimin kirliliğinden kurtulmak için ‘Ben okuyacağım’ dedim. Bergama Lisesi’ne, ortaokula yazıldık. Fakat diğer arkadaşlara göre fazla mı şeytandık, bilmiyorum. İlk yıl çantamı alırdım, evden okula gelirdim, lisenin önünden geçer, top sahasında bir zulam vardı, çantamı oraya saklardım. Sonra doğruca Kermes Sineması'na gider, kadınlar matinesinde filmi seyrederdim. Çocuğum diye alırlardı içeri. Tekrar gider o zuladan çantamı alır hiçbir şey olmamış gibi, okuldan gelmiş gibi eve dönerdim. İlk yarıda 40 gün devamsızlığım vardı. Bir gün babamdan hasta raporu için bir imza aldım… Bugün hala onun imzasının aynısını atabilirim! Şöyle bir H, şöyle bir C, kuyruğu var bir de... 40 gün devamsızlığımı bu imzayı taklit ederek örttüm. Düşünebiliyor musunuz? O devamsızlıkların hepsinin nedeni sinema! Okul hayatımı etkiledi, diyebilirim. Ortaokulu bitiremedik tabii.
“İlk yıl çantamı alırdım, evden okula gelirdim, lisenin önünden geçer, top sahasında bir zulam vardı, çantamı oraya saklardım. Sonra doğruca Kermes Sineması'na gider, kadınlar matinesinde filmi seyrederdim."
Sonra babamlar bir nargile kahvesi açmıştı. Ezileyim diye beni ocağa verdi. Bir 6 ay kadar kahveyi işlettik. Olmadı o nargile kahvesi, yürümedi. Ben de matbaaya geri döndüm.
Babam Hasan Canoğlu, Bergama’nın Ramiz Ovacık, Ahmet Abi, Abdül Kutlu ile beraber en iyi dört terzisinden biriydi. Ben çok ufakken bir kovboy filmine götürmüştü beni. Filmin yarısında ona, ‘Baba sonra biz de film çevirecek miyiz?' diye sormuşum. ‘Niye soruyorsun?' demiş. Ben de ona ‘Film çevirenleri hep öldürüyorlar.’ demişim. Bunu hiç unutamamış babam, hep anlatırdı. Kovboy filmi ya, o vuruluyor, bu vuruluyor, korkmuşum. Ben tabii bu konuşmayı hatırlamıyorum ama babam anlatırdı.”

Kermes Sineması kapandıktan sonra uzun süre kaldırımda kalan mozaiklerin 2000 yılındaki görünümü.
Video: Fatma Dalay, Montaj: Yücel Tunca
Kermes Sineması’nın arka sokağında doğup büyüyen müzisyen Engin Kuduğ sinemanın en ince ayrıntılarını hatırlıyor:
“Gördüğüm en kaliteli sinemalardan bir tanesiydi. Gerek önündeki mozaiği, gerek bina kalitesi, içerideki dekorasyonu... Yerlerde mozaik vardı ve mozaik ile özel işçilikle Kermes Sineması yazılmıştı. O beni çok etkilemişti. Sanatçı kişiliğimi çocukluğumda da yaşıyordum. Bunu nasıl yapmışlar acaba, diye şaşırıyordum. Adam yere mozaikten Kermes Sineması yazmış ve çok düzgün karakterlerle yazmış!
Sinemanın içini, ses düzenini bile hatırlıyorum. Dikdörtgen şekiller, renkli dekorlar vardı duvarlarda. El işi kâğıtları gibi, el işi kâğıdı yapışmış gibi dekorları vardı. Tavanda kontrplaklar vardı. Büyük iri iri kontrplaklar... Bazıları eğilmişti filan... Büyük bir balkonu vardı. Sağdan ve soldan aşağıya doğru bir inişi vardı, oralarda iki locası vardı diye hatırlıyorum. Açılır kapanır, kadife, koyu bordo diye hatırladığım koltukları vardı. En modern koltuklar oradaydı. Kışlık sinemanın içinden geçilip arkadaki yazlık sinemaya çıkan bir koridoru ve kovboy filmlerindeki gibi çarpma kapısı vardı.”



Bergama kartpostallarında Kermes Sineması. 1980'ler (Üstte ve sağda sarı çizgilerle işaretli alan.) Kaynak: Geçmişten Günümüze Fotoğraflarla Bergama-Facebook sayfası
Engin Kuduğ’un anlattığı gibi bir de yazlık kısmı vardı Kermes Sineması’nın. Fakat bu noktada yine ilginç bir soru işareti oluşuyor. Gerek Engin Kuduğ, gerekse Hakkı Özlü, Kermes’in arkasında başka bir yazlık sinema daha hatırlıyor. Hakkı Özlü’nün çocukluğunda oturduğu ev, Kuduğ ailesinin oturduğu ev ile aynı caddede yani Kaymakam Kemal Bey Caddesi’ndeydi. Özlü evlerinin giriş kapısının üzerine yaptıkları sayaya çıkıp yarısını görebildikleri perdeden film izlediklerini anlatıyor. Engin Kuduğ da anlattıklarıyla destekliyor bunu:
“Benim daha bebek olduğum zamanlarda, 3-4 yaşlarında filandım, misafirlerimiz geldiğinde balkondan evimizin sağ tarafındaki perdeden filmler izlerdik. Hayalet sinemadan... Ben onun adını hayalet sinema koydum. Orada çok güzel filmler izlerdik. Hatta sadece bu yüzden bize misafirler gelirdi. Balkonda oturup rahatça sinemayı izleyebilmek için. Şimdi Hamza Güçlü'nün oturduğu bina yoktu. Tam da binanın bulunduğu yerde sinemanın

Kuduğ ailesinin Kaymakam Kemal Bey Caddesi'ndeki evi.

Kuduğ ailesi: (Soldan sağa) Ahmet Kuduğ, Mukadder Kuduğ, Erdal Kuduğ, Engin Kuduğ ve Banu Kuduğ

Kuduğ ailesinin Kaymakam Kemal Bey Caddesi'ndeki evi.

Kuduğ ailesinin evi ve aile fotoğrafı.
Fotoğraf: Engin Kuduğ aile albümü
(...) bu 'hayalet sinema'nın hikâyesini, araştırmanın ilerleyen günlerinde tanışıp konuşma fırsatı bulduğum
Sibel Akbaş'tan dinleyecektim.
ahşaptan sandalyeleri vardı. Hatta terastan o sandalyelere bakardık. Daha sonra bir kereste deposuna dönüştü diye hatırlıyorum. Bu bahsettiğim sinema 1973-74 gibi kapandı diye tahmin ediyorum. İlkokula başlamamıştım bile. Hayal meyal hatırlıyorum zaten.”
Hakkı Özlü ve Engin Kuduğ dışında neredeyse kimsenin hatırlamadığı bu ‘hayalet sinema’nın hikâyesini, araştırmanın ilerleyen günlerinde tanışıp konuşma fırsatı bulduğum Sibel Akbaş’tan dinleyecektim. Sibel Akbaş, Kermes Sineması'nın kurucularından, Edip Biröz’ün torunu, Necati Biröz’ün kızı olarak birinci ağızdan hem Kermes’in bütün hikâyesini anlatacak, hem de ‘hayalet sinema’nın gizemini ortadan kaldıracaktı:
“Öyle oldu ki sinema bizim kucağımıza düştü gibi oldu. Ve ben bir filmi en az üç defa filan izlediğimi hatırlıyorum. Seyredemezsek de şöyle oluyordu: O binada şimdi Evkur Mağazası var. O binanın arkasında bizim sinemamız vardı. Onun da arkasında, şimdi bir apartman var, orası bahçeydi ve bir de yazlık sinemamız vardı orada da. Onun da arkasındaki sokakta da bizim evimiz vardı, annem hâlen orada oturur. Sinemaya gidemediğimiz zaman, bizim bir odamız vardı ve o odanın penceresinden sinemanın perdesi görülürdü, üç defa seyrettiğimiz filmi bir de pencereden bakarak bir daha seyrederdik abimle. İtalyan Western filmlerinin, Yavru ile Kâtip filmlerinin dönemi...
Yazlık sinema şimdiki Los Santos Kafe'nin yani Münevver ve Ahmet Kuduğ’un evlerinin bitişiğindeki arsadaydı. Önce yazlık olarak orayı kullandık. Çok kısa bir süre. Ortak bir mülk müydü orası, tam bilemiyorum. Anlaşamadılar mı, ne olduysa o kapandı. Bunun üzerine onun arkasındaki alan yine büyük olduğu için yazlık sinemayı oraya taşıdık. O ilk yazlık dediğim yerde, 1971-72 gibi abimin sünnet düğünü de yapılmıştı. Demek ki o yıllarda kısa süre açık kaldı ve ardından diğer tarafa yeni yazlık sinema kuruldu.”

Engin Kuduğ. Fotoğraf: Yücel Tunca

Engin Kuduğ. Fotoğraf: Yücel Tunca

Engin Kuduğ. Fotoğraf: Yücel Tunca

Engin Kuduğ - Bergama 2021
Fotoğraf: Yücel Tunca
Engin Kuduğ, neredeyse sırt sırta olan arsalarda yer değiştiren yazlık Kermes’in ikinci mekânını daha iyi hatırlıyor:
“600 metrekarelik arsamızın köşesinde bulunan deponun çatısına çıkardık. Hemen yanında bir erik ağacımız vardı. Akşam olduğunda bütün komşu çocuklarıyla toplanır o ağaçtan deponun üstüne tırmanırdık. Ama bütün mahallenin çocukları, olduğu gibi hepimiz! Annelerimiz bize beslenme çantası verirlerdi. Bezlerin içerisinde ekmekler, meyveler, kekler, pastalar, bir sürü şey sarıp, tutuştururlardı elimize. Orada ellerimizden destek alıp yatar, yattığımız yerden çok güzel filmler izlerdik. Çok enteresan filmler vardı zaten. Sinemacılar da kızmazlardı çünkü onlara da para kazandırırdık. Gazozcuya sesleniyorduk, gazozcu bize içeriden gazoz satıyordu. Paramız da vardı çünkü. Orada hem gazozlarımızı içiyor, hem annelerimizin verdiklerini yiyip filmleri seyrediyorduk. Çok keyifliydi o zamanlar. 1973, ‘74, ‘75 yılları bunlar...”
‘Sinemacılar da kızmazlardı.’ diyor Engin Kuduğ fakat Şükrü Uyar da Edip Usta’nın sinemayı çevreleyen biriket duvarın üzerine, insanlar dışarıdan seyretmesin diye perde çektiğini hatırlatıyor. Hatta rüzgârın o perdeleri yelken gibi şişirip birkaç kez duvarın yıkılmasına dahi sebep olduğunu söylüyor.
KERMES SİNEMASI'NDA KONSERLER
Bergama’nın çeşitli sinemalarında sahne alan ve ünlü sinema oyuncularının adlarını Fatma Girk, Türkan Toray, Hülya Tokyiğit gibi küçük değişikliklerle kopyalayıp onları taklit eden şarkıcılardan sonra büyük sahnesiyle Kermes Sineması birbirinden güzel ve gerçekten ünlü şarkıcıların konserlerine ev sahipliği yapacaktı. Şimdi geniş bir parantez açıp, daha önce Bergama düğünlerindeki perdenin ortadan kalkmasını sağlayan ve ilerleyen günlerde Moğollar ile birlikte sahne alacak olan Bergama’nın efsane pop ve rock grubu Çılgınlar Orkestrası’ndan biraz daha detaylıca bahsedelim. Ardından unutulmaz Cem Karaca ve diğer konserlerden hatırda kalanlara kulak vereceğiz.


Çılgınlar Orkestrası Kermes Sineması'nda bir konserde. 1971
Fotoğraf: Macit Gönlügür arşivi
Çılgınlar Orkestrası’nın, 45 yıllık aradan sonra 2017 yılında bir kez daha toplanıp Bergama Kültür Merkezi’nde verdikleri konserin Ajans Bakırçay’daki haberinde şöyle deniliyor:
“Şimdilerde 60-70 yaş aralığında olan Bergama'nın efsane grubu üyelerinin konser biletleri bir hafta öncesinden tükendi. Konserde zor şartlarda ve imkânsızlıklarla dolu bir dönemde ortaya çıkan Çılgınlar Orkestrası elemanlarının müziğe olan tutkuları kısa bir film ile anlatıldı. Cem Karaca ve Barış Manço başta olmak üzere Türk pop ve rock müziğinin birbirinden güzel eserlerinin seslendirildiği konser izleyenler tarafından ayakta alkışlandı.”
Birçok insanın zaman zaman ağlayarak dinlediği konserde sahne alan Çılgınlar Orkestrası’nın kurucularından Macit Gönlügür anlatıyor:
“Bergama’nın o dönem en modern sineması olan Kermes Sineması’nda Çılgınlar Orkestrası olarak biz de birkaç kez konser verdik. Moğollar ile beraber verdik o konserlerden birini. Moğollar tek gelmişti. Onlardan önce çıkmıştık. Moğollar o konserde bize bir gaz da verdi. ‘Kendinizi geliştirirseniz Selçuk Alagöz'ü bile geçersiniz’, demişlerdi. O zamanlar Selçuk Alagöz çok meşhurdu tabii. Tüm imkânsızlıklarla o haldeydik. Çılgınlar'ın ilk başlangıç günlerinin imkânsızlıklarını bir anlatsam, oturup ağlarsınız. Nota yok, bir şey yok... Kulaktan her şey...


Çılgınlar Orkestrası. (Üstte ve altta) 1971
Fotoğraf: BERKSAV-Belleten/20

Gerçekten o dönemde bir olaydı yani Çılgınlar Orkestrası. 1967'de kuruldu, 1972'ye kadar çok çok güzel günlerimiz, gecelerimiz geçti. Aslında beş kişiydi orkestra ama ayrılanlarla, katılanlarla sayı daha fazla tabii. Benim dışımda Ömer Harputlu, Erol Canlı, Yakup Yıldız, Halil Gürkaşlar, Erol Karadağ, Yusuf Kenan Dalkıran, Bülent Şahin vardı. Bir de Bergamalı Alaeddin Şensoy’un yeğeni Tayfun Şensoy… Ama müteaddit defalar gruba dahil olanlar da oldu. Mesela Muhsin Kıratlı, nefesli sazlarda katılmıştı bir ara. Aylin Urgal diye bir sanatçı vardı, öldü trafik kazasında, onunla çalıştık. İzmir'e giderdik, düğünlerde çalardık. İnsanlar inanmazdı. Biz taşradan geldik, diyorduk göğsümüzü gere gere. İnanmazlardı. Çok istekliydik. Yabancı şarkılar da, Türkçe şarkılar da söylerdik. In The Year Twenty Five, Yesterday, A Man Without Love, Adieu Jolie Candy söylerdik. Bunların yanında Cem Karaca'dan, Barış Manço'dan söylerdik. Pop da vardı...”
Selahattin Tural, Bergama Düşlerimin Şehri-İzmir Sevdam adlı kitabında Çılgınlar Orkestrası’ndan şöyle bahsediyor:
“1968’li yıllarda Bergama’da muhteşem bir müzik gurubu oluştu. Çılgınlar! Çoğunlukla benim yaşıtım olan bu arkadaşlar, Bergama’da çığır açtılar. Ancak ülkemizde meşhur olamamaları, maddi durumları iyi aile çocukları olmalarından kaynaklanıyordu. Çünkü profesyonelce para kazanma ihtiyaçları yoktu. İstanbul gibi bir büyük şehre gidip şöhreti arayıp bulmaya gereksinim duymadılar. Yalnız, o zamanların önemli besteci ve şarkıcısı Alaattin Şensoy’un yeğeni olan Çılgınlar gurubunda org çalan Tayfun Şensoy hariç. Gurup dağılmaya yüz tuttuğunda liseyi bitirdikten bir yıl sonra İstanbul’a giden Tayfun’u, nasıl bir müzik geleceği bekliyordu, öğrenemedik. Gurubun diğer elemanları solo gitarda Macit Günlügör (Kitapta Macit Bey’in Gönlügür olan soyadı bir hata sonucu Günlügör biçimde yazılmış - YT), ritm gitarda Erol Karadağ, basgitarda Yusuf Dalkıran, bateride Halil Gürkaşlar, solist Ömer Harputlugil şeklindeydi. Çamlı Park’ta halk konserleri verirlerdi. Bazı özel düğünlerde çalarlardı. Bergama’da 1935’lerden beri yapılan Türkiye’nin en eski ve en devamlı festivali olma özelliği olan Kermes Festivali’nde konser verir, gösteri yaparlardı. Bergama Belediyesi’nin, o zamanki garajının yanındaki düğün salonunda prova yaparlardı. Bergama’da olduğum bazı günler provalarına gider, büyük keyif alırdım. İcraları çok güçlüydü.”
“İzmir'e giderdik, düğünlerde çalardık. İnsanlar inanmazlardı. Biz taşradan geldik, diyorduk göğsümüzü gere gere."


Kermes Sineması’ndaki unutulmaz konserde liseli genç kızlar sahneye çıkıp Cem Karaca’nın gözlüğünü almaya çalışacaklar…
İllüstrasyon: Nermin Yağmur Erman, 2021
EROL BÜYÜKBURÇ
BARIŞ MANÇO, ÖZCAN TEKGÜL... TAMAM AMA
CEM KARACA'NIN
YERİ BAŞKA
Bergamalıların özellikle yaz aylarında İzmir Fuarı’nda izlemeye gittikleri ya da Bergama Kermesi sırasında sahne almalarını heyecanla bekledikleri sanatçılar artık Kermes Sineması’nda konserler vermeye başlamıştı. Ablasının Bergama’da yaşadığı yıllarda onu ziyarete de geldiğini Sefa Taşkın’ın "Bergama’da Abacıhan Sokak" kitabından öğrendiğimiz Erol Büyükburç’un konseri gençler arasında büyük bir coşku yaratacaktı. Emel Girit, hayranı olduğu pop şarkıcısının Bergama’da konser vermesiyle ilgili bir anısını anlatıyor:
“Geçenlerde bir taksi şoförü ile konuşuyordum. Her nasıl olduysa sinema konusu açıldı yolda giderken. ‘Kermes Sineması'nda Barış Manço konserine gitmiştim.’ dedi. O gün bir işi çıkmış. Son anda koşa koşa yetişmiş konsere. ‘Çünkü çok önemliydi benim için.’ dedi. Ben de ona Kermes Sineması’nda Erol Büyükburç konserine gittiğimi anlattım. Ölüp bitiyorduk Erol Büyükburç'u dinlerken. Şarkılarının hayranıyız ve o Bergama'ya geliyor! Çok büyük bir olaydı bizim için.”
1960’lar ile 1970’lerin en sevilen müzik topluluklarından Beyaz Kelebekler de Bergama’ya, Kermes Sineması’na gelenler arasındaydı. 1970 yılında bir trafik kazasında üç üyesini kaybedip dağılma noktasına gelen grup kamuoyundaki yoğun talep üzerine yeni üyelerin katılımıyla toparlanacak ve ilk turne konserlerini Kermes Sineması’nda vereceklerdi. O konseri izleyenlerden Kerim Bayraktar şöyle anlatıyor:
“Ben kendilerini geçirmiş oldukları kazadan sonra çıktıkları ilk turnede Bergama Kermes Sineması’nda verdikleri konserde seyretmiştim. Sahneye siyah kıyafetleriyle çıkmışlardı. İlk şarkılarının ilk kıtası hatırladığım kadarıyla ‘Beyaz üç melektiniz, uçan kelebektiniz, bize haber vermeden, sonsuzluğa gittiniz’ diye başlıyordu.”


Yıllar sonra İzmir Devlet Opera Ve Balesi'nde solist ve genel sanat yönetmeni olarak yer alacak Selmin Öney Günöz ve liseli arkadaşları Kermes Sineması'ndaki Cem Karaca konserinde. 17 Ocak 1970. Fotoğraf: Selmin Öney Günöz arşivi
Kermes Sineması’nda sahne alanlar arasında hatırlanan Özcan Tekgül de var, Edip Akbayram da… Ama Cem Karaca deyince biraz durmak lazım. Çünkü onun sahneye çıktığı gün salonun arka sıralarında coşkudan kendinden geçenleri, sahneye fırlayıp Karaca’nın meşhur koyu renk camlı gözlüğünü çekip çıkartanları, birlikte fotoğraf çektirme yarışına girenleri; o konseri topyekûn hatırlayanların sayısı epey fazla.
Selmin Öney Günöz: “17 Ocak 1970… Bergama’ya Cem Karaca gelmiş, hepimiz okulu kırıp konsere gittik tabii. Fotoğrafta arkadaşlarım Zuhal, Serap, Sevindik… Arkada, Müberra’yı görüyorum coşmuş durumda. En arka locadakiler hep bizim liseden.”
Kerim Bayraktar: “Ablam da gitmişti ve geldiğinde, yanlış hatırlamıyorsam Bergama’nın tanınmış ailelerinden birinin kızının jest olsun diye sahneye çıkıp rahmetli Cem Karaca’nın gözlüklerini çıkarttığını heyecan içerisinde anlatmıştı.”
Hakkı Özlü: “Çok güzel konserler geliyordu Kermes'e. Harika konserler oluyordu. Cem Karaca da geldi. Biz oradaydık o zaman. Yıkıldı ortalık. O zaman gençler daha devrimci, biz de öyleyiz tabii... Şöyle yaptık hatta Cem Karaca geldiği zaman... Hatırladığım kadarıyla bizim Çılgınlar Orkestrası'nı gündüz seansında locaya aldık. Oysa kadınlar matinesiydi aslında.”
İlhan Çarpıkoğlu: “Cem Karaca'nın bile konseri oldu orada. Ben de gittim o konsere. Danyal Topatan vardı, eski Osmanlı filmlerinde oynayan bir aktör. İşte o, saçlarını kazıtmış, sırf arka taraftan bir atkuyruğu bırakmış, at ile şehir içinde geziyordu, ilan ediyordu Cem Karaca'nın geleceğini. O da aynı kumpanyadaydı. Beyaz bir at ile şakır şakır şakır bir yukarı bir aşağıya, bağıra bağıra ‘Akşama Cem Karaca'nın yanındayız, buluşuyoruz.’ diyerek. Kılıcını sallayarak esprili bir şekilde anons yapıyordu.”
Sibel Akbaş: “Bizim Kermes Sineması muhteşemdi. Herhalde benim kültürel donanımım oradan kaynaklanıyor. Sadece sinema değildi çünkü. Düşünün ben 13-14 yaşına kadar Moğollar, Ersen ve Dadaşlar, Cem Karaca, Beyaz Kelebekler, Selçuk-Rana Alagöz... Bunların hepsini, işletme sahibinin kızı ve ailesi olarak izleyebildim. Hayatımın en bedava kültürel aktivitesidir, düşünün, hiç para ödemeden ayağımıza kadar gelmiş…
Cem Karaca konserinden de bahsedeyim. Çok komiktir... Cem Karaca geldi. Hem gündüz, hem akşam konseri vardı. Gündüzleri kadınlar matinesi olurdu. Biz ikisine de giderdik. Akşam locada, gündüz de en önde olmamız lazım. En önde olmamız için ne yapmamız gerekiyor? Çünkü biz aslında salonu kiraya veriyoruz. Biz getirmiyoruz. Ama bize bir kontenjan veriyor konseri düzenleyen. Bu arada yerler de numarasız. Annem ile halam ya da onların iki arkadaşı gidiyor, bir tane uzun urgan alıyorlar, bu urganla ilk iki sırayı bağlıyorlar. Yer ayırtmak için urganla bağlama yöntemini kullanıyorlar.
Zaman zaman şöyle şeyler olduğunu hatırlıyorum. Kimileri itiraz ederdi, kavga filan çıkardı tabii. Şimdi düşününce demokratik açıdan, haklılar elbette. Ama biz yine de o vakitler öyle yapıp oturuyorduk en önde. Bir de konserlere gelenlerle mutlaka tanışır onlardan imzalı fotoğraf alırdım. Anneannem ile babaannem de mutlaka orada, salonda başrolde olurlardı.”
“Danyal Topatan vardı, eski Osmanlı filmlerinde oynayan bir aktör. İşte o, saçlarını kazıtmış, sırf arka taraftan bir atkuyruğu bırakmış, at ile şehir içinde geziyordu, ilan ediyordu Cem Karaca'nın geleceğini."
“Ben onun Fikret Kızılok olduğunu bile bilmiyorum. (...) 'Senden ricam bana bir tane gömlek diksene.' dedi. "
Bergama’nın günümüzdeki en iyi gömlek terzilerinden biri olan Mücahit Özçelik’in Kermes Sineması’ndaki konserlere ilişkin çok güzel bir hatırası var:
“Fikret Kızılok'a da gömlek diktim ben. Bak şimdi nasıl oldu... Fikret Kızılok buraya konsere geldi. Kermes Sineması'na... Benim dükkân da caddede, Ziraat Bankası'nın üstündeydi. Biz de bilet aldık, akşama konsere gideceğiz. Kızılok caddede gezerken benim dükkânı görüyor. Jarse gibi kumaşlarla dikiyoruz gömlekleri o zaman, daha çok gençlere yönelik. Esnek böyle... Girdi içeri. ‘Bunları siz mi dikiyorsunuz?' diye sordu. ‘Ben dikiyorum.’ dedim. Ben onun Fikret Kızılok olduğunu bile bilmiyorum. Yanında da bir arkadaşı var. ‘Ya bak bu çok güzelmiş!' dedi. Geniş yakalı, jarse, çok güzel... Moda... Dar, bedene oturan cinsten. ‘Senden ricam bana bir tane gömlek diksene.’ dedi. ‘Ama yarın alayım.’ dedi. Öğle sırasında gidecekmiş, ‘Gitmeden alayım.’ dedi. ‘Kusura bakmayın ama dikemem.’ dedim. ‘Yaa…’ dedi, ‘N'olur’ dedi. ‘Akşam dikersin.’ dedi. ‘Dikemem. Biz akşama konsere gideceğiz.’ dedim. Güldü bunu üzerine, ‘Ya bilader, ben akşam geleyim, sana burada okuyayım, sen de gömleğimi dikiver.’ dedi. ‘Allah allah! Siz misiniz o?' dedim. Kıramadım valla, gitmedim konsere. Konserden sonra geldi muhabbete. Gece oturdum onun gömleğini diktim. Bir zaman sonra onu benim gömlekle bir dergide gördüm. Yakalar geniş, kesik böyle… O dönem modaydı öylesi. Ucu böyle kesik... Keşke onunla bir fotoğraf çektirseymişim o zaman.”
Kermes Sineması’ndaki konserler faslını burada kapatalım fakat o yıllarda Bergama’nın farklı yerlerinde başka sinemalarda, Kermes şenlikleri sırasında Asklepion’da ve hatta bazı parklarda da konserler düzenlendiğini de söyleyelim. Mesela Çamlı Park’ta Emel Sayın konserinin yapıldığını, bedavacıları engellemek için konser alanının etrafının brandalarla çevrildiğini hatırlayanlar var. Son olarak da, bu sefer yabancı bir ünlünün 1979’da konser için Bergama’ya gelişinde yaşananları Süleyman Canoğlu’nun ağzından aktaralım:
“Zamanında belediyenin bir karavan tesisi vardı Güzellik Ilıcası'nın orada. Turistler karavanlarıyla gelip günlerce kalırdı o zamanlar. Mutfak, havuz, sıcak su vardı. Hatta o tesis yetersiz kaldığı için Nuri Abi, Karavan Kamping'i açtı yine oraya yakın yere. Rıfat Serdaroğlu'nun belediye başkanı olduğu dönemdi bu. Adalet Partili'ydi Serdaoğlu. Bergama Belediye Başkanlığı’nı aldıktan sonra düğününü Ilıca'da yaptı. Çok şaşaalı bir düğün yaptı ve oranın tanıtımı için de Christine Haydar vardı sinema artisti, Haydar Paşa'nın gelini denirdi... Onu getirdi Bergama'ya. O kadın yanılmıyorsam bir hafta kalmıştı burada. O bir hafta boyunca Ilıca’da havuza girdi. Onu görebilmek için çevre illerden bile geldi insanlar havuz başına. Konser verdi, bir fotoroman çekti. Ses dergisinin yaptırdığı bir fotoromandı bu. Çevreden genç simaları davet etmişlerdi, lise ortamında geçen bir fotoromandı. Hatta ben ona müracaat ettim. Aileme çaktırmadan fotoğrafımı gönderdim. Onay da aldım ama tabii aileme söylediğimde kabul etmediler.”
SİBEL AKBAŞ, AİLESİNİN İNŞA EDİP İŞLETTİĞİ
KERMES SİNEMASI'NI
ANLATIYOR
Sibel Akbaş, babasıyla dedesinin, kendi arsaları üzerine nasıl bir niyetle, hangi gerekçeyle bir sinema salonu inşa ettiklerini bilmediğini söylüyor:
“Şöyle olduğunu tahmin ediyorum: Babam ve büyükbabam müteahhit imiş. Herhalde bir işletme açalım, demişler. O dönemde sinema da herhalde parlayan bir yıldızdı. Fakat babam sinemada o zamana kadar hiç film izlememiş mesela. Hatta annemin anlattığı bir şey var: Halam Cumhuriyet Sineması'na gittiği için büyükbabam onu sokakta sürüyerek eve getirmiş. ‘Ne işin var senin orada!' diyerek. Yani biz kendi sinemamızı açana kadar sinemaya gitmiyoruz aile olarak. Başkasının sinemasına gitmiyoruz. O yüzden mi kendi sinemamızı yapmışız, nedir? Annem öyle derdi: ‘Bunların elleri ayaklarına dolaştı biz sinemaya gideceğiz diye, sonra kalkıp bize sinema yaptılar. Sayelerinde kültürel bir hayatımız olacak.’ derdi.”


Sibel Akbaş - Foça 2021
Fotoğraf: Yücel Tunca
Dedem Edip Biröz ile eşi Saadet Hanım’ın üç çocuğundan biriydi babam. Necati, Nurşen ve Gülşen. Biz de iki kardeştik. Abim Ünsal’ı erken kaybettik. 35 yaşında, trafik kazasında...
Babamlar Yugoslavya göçmeniydi. Kocacık Köyü’nden gelmişler. Öncesinde Karaman'dan götürülmüşler. 300-350 yıl kalmışlar orada. Sonra tekrar buraya dönmüş dedem tek başına. Sonraki akrabaları 50’li yıllarda değişimle gelmişler. Dedem ustaymış orada, burada da ustalık yapmış. Sonra müteahhitlik yapmaya başlamış. Babam da büyümeye başlayınca beraber yapmışlar o işleri. Mustafa Gülen diye bir mimar varmış o zaman. Fen İşleri Müdürü aslında. Babam onun yanında çalışırmış, proje çizermiş. Bergama'da Pamukçu İlkokulu'nu, daha başka bir takım okulları, Kınık'ta, Dikili'de... Dikili Pazarı mesela... babamın yaptığı yerler bunlar. 15 yıl filan böyle sürmüş. Bu arada kazandıklarıyla araziler alırlarmış, işte bu sinemanın arazisi de öyle alınmış. Aldıkları yere bir bina oturtmuşlar.
“(...) 80 yılında, Türk Hava Kuvvetleri'ne
1 milyon bağış yapıyor dedem. Televizyona çıkıyor, ona bir berat belgesi veriyorlar, bir de altın suyuna bandırılmış bir şey... Bu, utanç belgesi tabii
benim için."
Dedem öyle bir adam ki, bütün mal mülk kendi üstüne. Birlikte çalışmış olmalarına karşın dedem ölene kadar babamın hiçbir şeyi yok kendi adına. Yoksulluk bile yaşatıyor dedem babama. Hatta 12 Eylül’de, Kenan Evren döneminde, 80 yılında, Türk Hava Kuvvetleri'ne 1 milyon lira bağış yapıyor dedem. Televizyona çıkıyor, ona bir berat belgesi veriyorlar, bir de altın suyuna bandırılmış bir şey... Bu, utanç belgesi tabii benim için. O zaman da çok kızmıştık, üstelik bunu televizyondan öğrenmiştik. Babamın üç kuruşa ihtiyacı olduğu zamanlardı. O kadar yani...
Sinemanın yapımında dedemin sermayesi var ama babamın yaptığı bütün işlerin geliri de ona ait zaten. Dedem elinde tutuyordu hep sermayeyi.
Çok güzel, özenle yapılmış bir sinemaydı. Koltukları kırmızıydı. Başka şehirlerde, İstanbul dahil birçok sinema gördüm. Gördüklerimin içinde de en güzellerinden biriydi. Görüş açısı bakımından da öyle. Aşağısı eğimli değildi, düzdü. Locaları vardı etrafında. Yukarıda çok tatlı eğimiyle bir balkonu vardı. Çok iyi yapılmıştı sahnesi. Sahnenin perdesi sarı satendi. Muhteşem bir perdesi vardı. Annem yıllarca evde de kullandı o kumaşı. Sinema kapandıktan sonra misafir odasına perde yaptı ondan. Sinemadan alabildikleri tek şey o oldu herhalde. Ha bir de sandalyeler vardı. Uzunca bir süre yazlıkta kullandık. Kırmızı muşambadan sırtı ve açılır kapanır oturakları vardı. Yanları, kolçakları ahşaptı.
Sinemanın bütün yan duvarları lambriydi. Bizim sinema kapandıktan sonra Kardeş Sümer diye bir mağazaya dönüştü. O lambriler Kardeş Sümer zamanında da uzunca vakit kaldılar öylece. Duvar rengini hatırlamıyorum ama galiba çok koyu bir renk değildi. Sahnesi çok büyüktü. Orkestralar sığacak, tiyatro oynanacak kadar. Sanırım 500 kişilik filandı salonu. Balkona çıkmak için önce ikinci kata çıkıyordunuz. Orada da iki taraftan merdivenlerle balkona çıkılıyordu. Üçüncü katta da makine dairesi vardı demir merdivenle çıkılan. Cephesi dar ama arkaya doğru çok uzun bir arsadaydı sinema. Hiç bir karmaşası yoktu yapısının. Cadde tarafından giriyordunuz, fuayesi ve ortada çok güzel ahşaptan bir bilet gişesi vardı. Solda yine ahşaptan bir büfesi vardı. Bir Yılmaz Abi (Yılmaz Asık’ın askere gitmezden önce kapıda bilet kestiği, makine dairesinde tecrübe edindiği ve sigortalı olarak çalıştığı ilk yer Kermes Sineması idi. Sinemanın muhasebesini tutan Hakkı Özlü, kalabalık günlerde Yılmaz Asık’ın karşısında durup bilet kesimine yardım ederdi-YT) vardı. O da gişe, kantin işleriyle uğraşırdı. Kantinde gazozlar vardı, bisküviler vardı birkaç çeşit. Öyle ahım şahım bir şey olmazdı zaten büfede. Gerektiğinde gişeci gider kantin ile de ilgilenirdi. Yazlık sinemaya gişenin yanından geçilerek girilirdi. Yazlık sinema normal, klasik ahşap sandalyeleri olan bir yerdi. İlk yazlık yerimiz daha büyüktü sonrakinden.


Sibel Akbaş - Foça 2021
Fotoğraf: Yücel Tunca

Biröz ailesinin albümünden
fotoğraflar.

Nuriye ve Necati Biröz.

Necati Biröz, oğlu Ünsal ile...

Saadet ve Edip Biröz.

Nuriye ve Necati Biröz.
Sinemanın iki yanında iki tane dükkânın birinde berber, diğerinde de şarküteri vardı. Atilla Abi... Babamın ekürilerindendi. Akşam hasılat için babam sinemaya gittiğinde onunla mutlaka iki tek atarlardı.

Kermes Sineması makinisti ve idare müdürü Mehmet Şagban.

Kermes Sineması makinisti ve idare müdürü Mehmet Şagban.

Kermes Sineması makinisti ve idare müdürü Mehmet Şagban.

Kermes Sineması makinisti ve idare müdürü Mehmet Şagban.

Kermes Sineması'nın makinisti ve müdürü Mehmet Şagban. Fotoğraflar: Mehmet Şagban aile albümü

Mehmet Şagban Kermes Sineması'nı anlatıyor. 2021
Video: Sibel Akbaş, Montaj: Yücel Tunca
Babam sinemanın bütün işletmesiyle ilgilenirdi. Ben yetiştikten sonra babamla birlikte ilgilenmeye başladık. Onunla beraber devamlı İzmir’e, Çankaya’ya gider filmleri alırdık. Bir de Mehmet Şagban adında bir makinistimiz vardı. Mehmet Abi hem makinistlik hem de sinemanın müdürlüğünü yaptı. Sinema, abimle benim aynı zamanda oyun alanımızdı. Özellikle abim Ünsal, hep oradaydı. Hep de başına bir şeyler gelirdi. Şişeler kırılır, bir yerlerini keserdi. Mehmet Abi de hemen onu alır hastaneye götürürdü. Lunaparka, Kermes'e filan da hep Mehmet Abi götürürdü bizi. Manevi babamız gibiydi. Çok severiz onu. Yazları Çandarlı'da yaşıyor hâlâ. Mehmet Abi’yi babamdan daha çok tanırdı insanlar. Babam da çok sevmezdi zaten ortalıkta görünmeyi. Bir de Mühür Gözlü'müz vardı. Gözleri şaşıydı, biz ona şaşı demezdik Mühür Gözlüm (Nurettin Bey-YT) derdik. Bu ad ona o kadar olmuş ki adını hatırlamıyorum bile. Gişede dururdu o da.
Bizim sinemanın dışında ben bir kez Şehir Sineması'na, bir kez de Cumhuriyet Sineması'na gittim ama ikisine de kaçak, evdekilerin haberi olmadan gittim. Başka sinemaya gidemezdik. Öyle bir iznimiz yoktu. Eğer bizim sinemamız olmasaydı biz muhtemelen hiç sinema göremezdik. Gerçi ben isyankârdım, yine kaçar giderdim, başıma ne gelecekse de göze alırdım. Ama hakikaten bizim sinema beni çok doyuruyordu. İzmir'deki Çınar Sineması ile karşılaştırabileceğim kadar güzel bir sinemaydı.
Çocukluğumuzda vampir filmleri furyası vardı, en çok seyrettiğimiz filmlerdi onlar. Giuliano Gemma’nın oynadığı İtalyan Westernleri, Yavru ile Katip, Lorel Hardy... O dönemin popüler klasikleri oynardı. Gemma'nın bütün filmlerini seyretmişimdir herhalde. Türk filmlerinin de hepsini seyrettim. Lisede sabahçıydım. Öğlen okuldan çıktıktan sonra sinema seanslarına denk geldim mi bir film seyreder öyle geçerdim eve.
Hafta sonu film seyretmeye gideceksem dört beş arkadaşımı da götürüyordum. Çünkü ben götürdüğüm zaman gişeden kimse bir şey diyemiyordu tabii. Kan kardeşim olan bir arkadaşım vardı Uçkun, lise formalarımızla okuldan çıkıp film seyretmeye giderdik onunla. Eve geç kaldığında hâkim olan babası çok kızardı.
Öyle çok film seyrettim ki içime işlemiş, hâlâ bir sinema aşığıyım. Mesela şimdi de, 2019 yılında İzmir'de Mülteci Filmleri Festivali yaptık 9 Eylül Üniversitesi'nden sinemacı arkadaşım Ufuk Tanbaş ile birlikte. Halkların Köprüsü Derneği ile Fransız Kültür'de yaptık. Zaten o derneğin aktivistlerinden biriyim.


Yavru İle Katip
1969
“(...) dedem Edip Biröz de hacıydı. Sinemanın son zamanlarında gösterilen filmler de anlattığım gibi en az Aydemir Akbaş filan gibilerin filmleriydi, düşünün artık!"
1977-78'de sinema bir krize girdi anladığım kadarıyla ve uvertür filmler gelmeye başladı. Yılmaz Köksal, Aydemir Akbaş, Arzu Okay filmleri... Ben hatta Arzu Okay ile Foça'da tanıştım bir iki yıl önce. Onun bütün filmlerini seyretmiştim. Herkes o filmlere porno film diyor ama ben hiç öyle demedim mesela. Absürt komedi ya da seks komedisi denilebilir... Afişleri öyle değildi ama. Biz o filmlere gidiyorduk, eğer porno filan olsa gidilmezdi tabii. Gülüyorduk, eğleniyorduk o filmlerde. Bir dönem Ali Poyrazoğlu da vardı. Tiyatro oyuncuları falan... Öyle bir dönem geçti.
1978 gibi kapanmış olması lazım sinemanın. Çok komik bir şey var: İşletme muhtemelen dedemin adınaydı ve dedem Edip Biröz de hacıydı. Sinemanın son zamanlarında gösterilen filmler de anlattığım gibi en az Aydemir Akbaş filan gibilerin filmleriydi, düşünün artık! Zarar da ediyordu muhtemelen. Kadınlar ve çocuklar çekildi sinemalardan. Onlar tabii çok ciddi müşterilerdir sinemalar için. Konser dönemi de bitmişti o yıllarda kasabalarda. O noktadan sonra kâr olmadığı, zarara döndüğü için de kapandı. Sinema kapanınca Kardeş Sümer Mağazası'na kiraya verdik binayı. Onlar 1990-91’e kadar uzun yıllar kaldılar orada. Dedem öldükten sonra, bir-bir buçuk sene sonra Şükrü Uyar aldı şimdilerde Evkur Mağazası’nın olduğu binayı. Şükrü Uyar aldıktan bir süre sonra onlar da sinema işlettiler orada. Ama hiç gitmedim, içim elvermedi.”
Sibel Akbaş, görüşmemizin sonunda Kermes Sineması’nın çok kaliteli bir sinema olduğuna tekrar işaret ediyor, aynı şeyi izleyici kalitesi açısından da rahatça söyleyebileceğini belirtiyordu. Kimsenin başına en ufak bir şeyin gelmediğini, sinemaların buna çok müsait yerler olmasına karşın Kermes Sineması üzerinden hiçbir dedikodunun yapılmadığını söylüyordu fakat Bergama büyük şehirlere kıyasla küçük sayılabilecek bir kasabaydı ve kasabalarda gerçeklerin çarpıtılarak, hurafelerle yoğurularak yeniden biçimlendirilmesi istisnai bir durum değildi. Bir dedikodu çıktığında önünü almak kolay olmazdı. Kermes Sineması da böyle bir dedikodudan nasibini almıştı. Bugün dahi batıl inançlarla harmanlanmış o tuhaf söylentilerin sinemayı bitirdiğini, insanların bu yüzden sinemadan ayaklarını kestiğini düşünenler var. Bu söylentiye göre Kermes Sineması’ndaki bir konser sırasında bir kadın hastalanıp felç geçirmiş ve kırk gün sonra da hayatını kaybetmiş. Kimi yobazlar kadının, sinemanın eski bir mezarlığın üzerine yapılmış olduğu için çarpıldığı söylentisini yaymış. Bu söylentilerin Kermes Sineması’nın kapanışına giden yolu açtığı bugün dahi dillendiriliyor.
Necati Biröz’ün işlettiği Kermes Sineması, sinemanın müdürü Mehmet Şagban’ın da hatırladığı gibi 1978 yılında kapandıktan sonra mülk sahibi Edip Biröz tarafından kiraya verildi. Kiracı Kardeş Sümer, geniş alana ihtiyaç duyduğu için balkon kısmına da beton atıp sinemayı iki katlı bir perakende mağazasına dönüştürdü. Döneminin Bergama'daki en popüler mağazalarından biri olan Kardeş Sümer, Edip Usta’nın 1990-91 yılındaki ölümüne kadar burada faaliyetine devam etti. Edip Usta’nın ölümünden sonra çocukları tarafından satışa çıkartılan binayı Şükrü Uyar satın aldı.
YENİ NESİL SİNEMALARIN İLK ÖRNEKLERİNDEN BİRİ: KERMES SİNEMALARI

Şükrü Uyar anlatıyor
Türkiye’nin içinden geçtiği bir başka karanlık dönem olarak hatırlanan 1990’lar, gazetecilerin, akademisyenlerin, Kürt iş insanlarının, suikastler düzenlenerek öldürüldüğü, gazete binalarının bombalandığı, faili meçhul cinayetlerin gündemden düşmediği, Sivas Madımak Oteli Katliamı’nın yaşandığı, herkesin korkuyla beyaz Toros otomobilleri ve JİTEM’İ konuştuğu, insanların Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde yargılandığı, Refah Partisi-Doğru Yol Partisi’ne karşı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Milli Güvenlik Kurulu’nda aldığı kararlar neticesinde ülkenin postmodern darbe ile tanıştığı yıllardı. Türkiye’nin bir kez daha format atılan siyasi ve toplumsal hayatı, 1999 yılındaki Marmara Depremi ile bir şok daha yaşayacak, 2001’deki ekonomik krizin de etkisiyle siyasi iktidar yeni kurulmuş olan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne geçecekti.
Türkiye genelinde kıyametin kıyısında geçen 90’lı yıllarda Bergama sakinliğini koruyor, gündelik hayat büyük değişimler göstermeden devam ediyordu. Bu dönemin ortalarında, Bergama iş dünyasının tanınan isimlerinden Şükrü Uyar, Edip Biröz’ün ölümünden sonra satışa çıkartılan eski Kermes Sineması’nın bulunduğu binayı satın alacak ve Kermes Sineması’nı farklı bir tasarım ile yeniden Bergama’ya kazandıracaktı. Bu sürecin ayrıntılarını Şükrü Uyar şöyle anlatıyor:
“Edip Usta’nın mirasçısı olarak iki kızı ve bir oğlu vardı. Onlar satmaya karar vermişler binayı. Bunun üzerine alıcılar gelmeye başladı. Baktım iş ciddi, hakikaten satıyorlar, benim de hemen yan tarafım olduğu için ben de talip oldum. Burası Sayın Restoran idi eskiden, öncesinde de önemli bir kıraathaneydi, İbrahim Efendi'nin kahvesiydi... O günün şartlarında istedikleri büyük bir paraydı. Kardeş Sümer'e de fazla geldi fiyatı galiba. Bana döndüler. O günkü şartlarda 1994'te mülk olarak biz satın aldık. Binayı alırken ne yapacağıma dair kafamda bir düşünce yoktu. Sadece ve sadece iş yerimin yanı, huzursuz bir insan gelir, çocuklarımın ve benim rahatımı bozar, diye düşünerek aldım. Herhangi bir projem yoktu yani alırken. İki mağazanın arasındaki duvarı kaldırdık, bir bütün mağaza yaptık.
Bir gün o dönemin kaymakamı Ali Şanlıer bana ‘Şükrü Uyar, şu memlekette bir sinema dahi yok. Gençler nereye gidecekler? Nerede vakit geçirecekler? Burada madem şimdiye kadar bir şeyler yaptın, ticarette bir şeyler kazandın, bu memlekete bunun karşılığını vermelisin.’ dedi."
Kaymakam, ‘Biz Bergama’ya gidiyoruz diye çok sevindiğimizi söylüyorduk eşimize dostumuza fakat burada sinema dahi yok kardeşim! Bu konuda herhangi bir şekilde alet edavat anlamında ne istersen, ne gerekirse ben belediyeden bunları tedarik ettireceğim. Yeter ki şu gençlerin vakit geçirebileceği bir yer yap.’ diyerek Şükrü Uyar’ı teşvik ediyordu.
Çocukluğunda, gençlik yıllarında meydanlara asılan afişlere bakıp haftanın üç dört günü bazen ailesiyle bazen de arkadaşlarıyla sinemaya gittiğini anlatan Şükrü Uyar, Cumhuriyet Sineması’ndan, Yeni Sinema’ya, Yıldız Sineması’ndan Kermes Sineması’na kadar tüm sinemalarda film seyrettiğini söylüyor. Tommiks-Teksas kitaplarını okumak dışındaki en büyük eğlencelerinin sinemaya gitmek olduğundan bahsediyor. Mayıs ve haziran aylarında açılan yazlık sinemalara koşan, oralarda seyrettiği Kadınım filmindeki Tanju Okan'ın aynı adlı şarkısına âşık olan, hala da dinlemeyi çok sevdiğini söyleyen Uyar, çocukluk heyecanlarını da hatırlayıp Kaymakam Ali Bey’in önerisini hayat geçirmeye karar veriyor. ‘Doğru söylüyorsun sayın kaymakamım, burada madem ki böyle bir düşüncedesiniz, biz de bunu yapmakla mükellef olalım.’ diyerek kolları sıvıyor:
“Ancak o dönemin belediye başkanı Akif Ersezgin idi. Sinemaları yaptık. Kaymakam Bey’in de çok hoşuna gitti. Buradaki adli makamlar, hâkimi, savcısı geldiler, bin defa teşekkür ettiler. Biz tam açılışı yapmak için hazırlanırken Akif Ersezgin açılış için izin vermedi. İzin vermemek için bahaneler aradı. En sonunda ‘Yangın kaçışı yok buranın.’ dedi. Yangın kaçışının olması için de iki tane merdiven vardır, bir tanesi normal merdiven, bir tanesi de yangın çıkış merdivenidir. Bütün mağazalarda, işletmelerde böyledir bu. Gösterdik merdivenleri ama olmadı, en sonunda binanın dışından bir yangın merdiveni yaptık. Ayrıca SİT alanında olmamıza rağmen yeri 1,5 m derinlikte 10 metre uzunluğunda kazdırıp 15 tonluk su deposu yaptırttılar bize. Elinden gelen her türlü zorluğu çıkardı.
“Türkiye genelinde kıyametin kıyısında geçen 90'lı yıllarda Bergama sakinliğini koruyor, gündelik hayat büyük değişimler göstermeden devam ediyordu."


Kadınım
1975
“En büyük salon 175 kişilikti. Ondan sonraki, arkadaki salon 85 kişilik, onun yanındaki de 68 kişilikti. Büyük salonun koltukları mavi, diğeri bordo, öteki de yeşildi. Rengârenk yapmıştık. "
Böyle olunca aşağı yukarı iki buçuk üç ay açılışı yapamadık. Nedeni de şuydu: Akif Ersezgin seçim konuşmalarında insanlara ‘Ben bu gençler için sinema kültürünü getireceğim buraya.’ demesine rağmen yapamadığından dolayı benim yapmamı kabullenemedi. Hatta ve hatta bu konuda ‘Sinemalar açılamıyor.’ diyerek İzmir Valiliği'ne çıktım. Vali yardımcısıyla bire bir görüştüm, derdimi dinledi. Plan ve projede eksik yoktu, ne varsa hepsini yaparak açılışa hazırlanmıştık. Sadece husumetten dolayı oluşan bir hadiseydi. İzmir Valiliği'nin sinemanın açılması adına ısrarı üzerine 1999 yılında üç salonlu sinemayı açabildik. Kermes Sinemaları diye adlandırdık. Çünkü Kermes, bir kültür burada. Ben de o geleneği devam ettirmek istedim.”
Şükrü Uyar’ın binasının zemin katında bir market vardı. Kermes Sinemaları üst kata, üç salon olacak biçimde kuruldu:
“En büyük salon 175 kişilikti. Ondan sonraki, arkadaki salon 85 kişilik, onun yanındaki de 68 kişilikti. Büyük salonun koltukları mavi, diğeri bordo, öteki de yeşildi. Rengârenk yapmıştık. Salonlar arasında ses geçmesin diye çok iyi bir şekilde ses izolasyonu yaptık. Üç salon aynı anda çalıştığında bile ses hiç geçmiyordu. Üç salonu da muhteşem biçimde yaptık gerçekten. Kaymakam Bey muhteşem bir insandı o günkü şartlarda ve ben de ona en iyi biçimde yapma sözü vermiştim, o da ‘Hadi bakalım bekliyorum.’ demişti. O yüzden ben de ona yakışsın diye en güzelini yaptırdım. Malzeme olarak, dekorasyon olarak... Projeksiyon, ses sistemi hepsi sıfırdı. Hepsi yeni malzemeydi.
Kara Mehmet dışında İzmir'den gelen iki makinistimiz vardı. Birine Dede derdik, o baş makinistti. Bir hatada, bir arızada en kısa zamanda yapar, tamir ederdi. Bir de onun yetiştirdiği bir eleman vardı, onu da getirmişti yanında. Onlara burada bir ev tutmuştum. Gişede zaten daha ziyade kızım Aslı dururdu. Büfede popcorn filan yapan biri olurdu. Atmaca'dan birilerini getirtirdik haftada bir gün. Sinemanın kapalı olduğu pazartesi günleri onlar kıyı köşe temizliğini yaparlardı. Eski sinemalardaki seans düzeni değişmişti. Kadınlar için ayrı seans yapmıyorduk. Tüm seanslara herkes gelebiliyordu.
Sinema işi para kazandıran bir meslek değil. Para kazanan bir iş değil. Bir de biz hep böyle yeni vizyona çıkmış filmleri getirirdik. Garantili... Derdik ki, 5 bin seyircinin altında kalırsa ben sana onun ücretini ödeyeceğim, öteki türlü de yarı yarıya anlaşırdık film şirketleriyle. Sonra öyle bir şey ki, gençler sinemaların kıymetini bilmemeye başladılar. Ellerinde bıçaklar, çakılar, jiletler, başladılar minderleri kesmeye. Başladılar duvarları kesmeye. Duvarlar da sünger kaplamaydı çünkü. Dekorasyondaki kadife perdeler... Çok özenerek yapmıştım hepsini. Gündüz 12'den, gece 12'ye kadar devamlı seans vardı. Üç ayrı film oynardı. Fakat gençler böyle yaptıkça benim sinemaya karşı keyfim gitti. Zevkim gitti.
Esasında bu sinemalarla kızım Aslı uğraşıyordu. Aslı turizm okulunu bitirmişti, biraz da onun için yapmıştım sinemayı. ‘Burası Kaymakam Bey’in hatırası, buraları sen çalıştır.’ demiştim. O ilgileniyordu film şirketleriyle filan. İstanbul'daki film şirketlerinden filmleri seçer, siparişi verirdi. Ama sonraları ben her uğradığımda Aslı’yı üzgün görüyordum. ‘Baba yine koltukları paramparça yapmışlar, beş tane perdeyi kesip atmışlar.’ falan derdi. Ve bunun yanında bir de sigaraları da oturma minderlerine basıp söndürüyorlarmış. Biraz da yangına sebep verecekler diye korktum o zaman. Yakacaklar sinemayı! Neden böyle yapıyorlardı, o da bilinmeyen bir hadise... O günkü şartlarda dedik ki ‘Demek ki artık Bergamalı bu sinemaları istemiyor. Nasıl ki istenmeyen bir yerde durulmaz, ben de bu sinemalardan vazgeçiyorum.’ dedim. Hatta ve hatta sinemaları kapatacağımı ifade ettiğim zaman o zamanki Hâkime Hanım çok üzülmüştü, ‘Sanki çocuklarımdan ayrılıyormuşum gibi geliyor bana sinemalar kapanınca.’ demişti.
Bina eski ama dekorasyon yeni olunca sigorta şirketleri çok para çıkartıyorlardı. Büyük para çıkartıyorlardı. Hem bu sigorta parası büyük, hem de yangın tehlikesi... Korkmaya da başladım yani acaba birileri tarafından kasıtlı olarak mı yaptırılıyor diye... Sinemalardan para kazanmak diye bir şey de yok. Hiç kimse kazanamaz o günkü şartlarda. Kazanılır da ancak masrafını karşılar. Ben sadece ve sadece bir eser olsun, Kaymakam Bey’e sözümüzü tutalım diye yapmıştım. Baktım ki bu iş yürümüyor, kurumsal firmalara kiraya verdik. Tansaş geldi, sinemaların olduğu üst katı da depo olarak tuttu. Böylece 2004-2005 gibi sinemaları kapatmış olduk.
O sinema salonları yıkılırken oturup ağladım. Duygulanmıştım çok. Makineleri, koltukları gazeteye ilan verip yeni sinema kuracak olanlara sattık. Bergama dışından birileri aldı hepsini.
Sinemayı kapattıktan sekiz sene kadar sonra 2012’de kızım Aslı'yı kaybettim. İnşa ettiğim Aslı Garden Sitesi'nin adı kızımın adından geliyor. Aslı, ablası ile birlikte İstanbul'da oturuyordu okurken. Sinemaları kurunca buraya gelip işin başına geçti. Sinemanın bütün her şeyiyle o ilgilenmişti zaten. Benim işim sinemayı kurmaktı, sözümü yerine getirdim. O da çok istiyordu, sinemayı yönetti. 2008-2009 gibi karaciğer kanseri hastalığına yakalandı. 2012'de de kaybettik. ‘Artık kızımın adını iyi bir şekilde yaşatmak istiyorum. Burada da olmayan bir şekilde... Öyle bir eser yaptırayım ki adı hep yaşasın.’ dedim. Aslı Garden sitelerini yapmaya başladım ondan sonra. Bundan sonra da onun adına yakışır bir okul yaptırırsak... Kızımızın ismini bir şekilde ölümsüzleştirmeye çalışıyoruz.”
“Hem bu sigorta parası büyük, hem de yangın tehlikesi... Korkmaya da başladım yani acaba birileri tarafından kasıtlı olarak mı yaptırılıyor, diye..."
“Açık hava Şen Sineması annemin doğduğu anneannemin evine 20-30 metre uzaktaydı. (...) Anneannemin yanında oturduğumu, filmi seyrederken birlikte ağladığımızı hatırlıyorum.."

Özgür Willy
1993


Nesrin Ermiş Pavlis'in DVD'lere kaydedilmiş film arşivi.
Fotoğraf: Yücel Tunca-2021


Testere
2004
Bir de Bergama'da sinemanın olmadığı zamanlarda CD'ye film çektirmek diye bir şey vardı. Ayı Cavit'in yan tarafında bir aralık vardır, berber ile Ayı Cavit'in arasında. Orada küçük bir dükkânda CD’ci vardı. Mesela gidip, 'Abi, bana Testere filmini çek CD'ye.' derdin. Liste yapar verirdin, o sana CD'ye çekerdi. Çok film çektirmiştik o zamanlar ona. Galiba bir tek o dükkân vardı bu işi yapan. Başka olsaydı bilirdim çünkü oradan da alırdım. Daha sonraları hard diske film yüklemek, film indirmek çok popülerleşti. Herkes birbiriyle film arşivini paylaşırdı. Sinemaya gitmek gibi bir alternatif olmayınca herkes bilgisayarlarından izlemeye başlamıştı. O film arşivleri benim hard diskimde hâlen duruyor mesela.
Üniversitedeyken de, mezun olup Bergama'ya döndükten sonra da İzmir'e, Karaca Sineması'na giderdim Başka Sinema'nın filmlerini izlemek için. Çok gitmişliğim vardır sadece film izlemek için İzmir'e. Onları takip ederdim. Çünkü Bergama'ya o filmler hiçbir zaman gelmeyecek, biliyorsun ya bunu. Buradan yalnız gider, İzmir'deki arkadaşım Şebnem ile buluşur, sinemaya beraber giderdik. Son zamanlara kadar hep yaptık bunu. İzmir'de diğer sinemalara da gittim tabi ama bizim için Karaca Sineması'ydı esas.
Bergama’da geçmiş yıllarda otogarın oradaki AVM'ye bir sinema açılmıştı. Bir kere denemek için gitmiştik. Diğer salonun sesini geçiriyordu duvarlar. Diğer filmi dinliyorsun. ‘Olmaz bu iş.’ dedik, bir daha da gitmedik o sinemaya.

Ahlat Ağacı
2018

Yol Ayrımı
2017

Parazit
2019
‘Benim için sinemada film seyretmek geçmişte kaldı.’ demiyorum kesinlikle. Sadece araya pandemi girdi. Çünkü televizyondan ya da bilgisayardan film izlemekle sinemada izlemek arasında çok büyük fark var. Ben sevmiyorum, izlemiyorum bilgisayardan. En son galiba Karaca'da Parazit filmini izlemiştik Şebnem ile. Tam bir yıl önceydi galiba. Onu evde, bilgisayarın başında seyretsem, hiç bir anlamı yok bence. O Özgür Willy'yi nasıl zamanında büyük büyük açılmış gözlerle izlediysem, Parazit'i de öyle izledim. Çok başka bir şey yani. Bence sinemalar bitmedi.”
DELLÂLLARDAN YÖNETMENLERE BERGAMALI SİNEMACI PORTRELERİ
Sinemanın olduğu yerde dellâllar yani çığırtkanlar da olurdu geçmiş zamanlarda. Afiş panolarından yapılan duyuruları sesli sözlü reklamlarla desteklemek etkiyi katlıyordu haliyle. Bunu daha ilk zamanlarda Bolşevik Cavid, sinemasının önünde davul zurna çaldırarak yapmaya başlamış ve hatta zaman zaman kendisi de metal konik bir borudan ibaret megafonunu kullanarak oynatacağı filmleri anons etmişti.
Sokaklarda yürüyenler, kahvehanelerde oturanlar, hatta evlerdeki insanlar bu sesli duyuruların merak uyandıran cümlelerine kulak kabartır, akşama ya da ertesi gün o filme gitmenin planlarını yapmaya başlardı. Sinema çığırtkanlarını elbette en çok çocuklar severdi. Koşup çığırtkanın etrafında toplanır, onunla birlikte yürür, peşinden koşturur, daha o andan itibaren, duyurulan filmin hayal âlemine dalarlardı.


Patat Mehmet, Duçi Müfit, Boyacı Orhan ve Dartanyan, Kasap Necati’nin kıyma makinesini kamera niyetine kullanarak, başrolünü Artiz Burhan’a oynattıkları Tarzan filmini çekiyorlar. Gecenin rejisörü Duçi Müfit birazdan “Motor! Ekşın!” diye bağıracak, Artiz Burhan da Çift Bodrum’un üstünden kendini Selinos Çayı’nın buz gibi sularına bırakacak.
İllüstrasyon: Nermin Yağmur Erman, 2021

Ali İhsan Güngül anlatıyor. 2000
Video: Sibel Akbaş, Montaj: Yücel Tunca
İlerleyen zamanlarda Yahudi Bahor el attı bu işe. Boynuna geçirdiği, iple birbirlerine bağlanmış kontrplakların biri önünde, diğeri arkasında sokaklarda gün boyu dolaşıyordu. Kontrplaklarda o gün hangi sinemada hangi filmler oynuyorsa onların afişleri asılıydı. Elindeki megafonla bağırırdı: "Bu akşam saat dokuzda, İntikam Alevi Yeni Sinema'da! Ayhan Işık, Mualla Kaynak, İntikam Alevi!"
Sonraları devir değişti, motorlu araçların sayısı giderek arttı. Sinemaların duyuruları da otomobiller, kamyonetler kullanılarak yapılmaya başlandı. Arabaların her tarafına o günün filmlerinin afişleri asılıyor, havalı hoparlörlerle anonslar yapılarak bütün mahalleler dolaşılıyordu. Kamyonet kasalarına camcı stantlarına benzeyen iki taraflı afişliklere afişler asılıp yeni gelen filmler Bergamalılara duyuruluyordu. Kale Mahallesi’nden, eski otobüs muavini olan Kapalı lakaplı bir kişi bu motorize dönemin en ünlü çığırtkanlarından biri haline gelmişti.
Bu anons araçları özellikle Atmaca Mahallesi’ne geldiklerinde büyük şenlik olurdu. Arabanın üzerine yerleştirilmiş havalı hoparlörün bir anfi aracılığıyla arttırılan sesi, dip köşede kim varsa herkes tarafından duyulurdu. Dört bir yandan sökün eden çocuklara afişleri kaptırmamak marifet kabul edilirdi. Afişler sinemalara şirketler tarafından sayılı verildiği için her biri çok değerliydi.


İntikam Alevi
1956
Artiz Burhan da ’60’ların, 70’lerin nam salmış çığırtkanlarından biriydi. Sadece çığırtkanlık da değil, sinemalarda ne iş olsa yapardı Artiz Burhan. Kiminin deyişiyle saf, kiminin deyişiyle "akli dengesi yerinde olmayan" bir adamdı. Sinemalardan ayrılmazdı. Temizlik işlerini yapar, getir götüre yardım ederdi. Bir filmde oynamak, artist olmak en büyük hayaliydi. Sinemacı Cavit’in has adamıydı. İkisi de birbirini çok severlerdi. Sinemacı Cavit, "Cavit Sarsılmaz ve Burhan Öğündü-Sinema Sahibi" yazan bir tabela bile yaptırmıştı onu sevindirmek için. Fakat tabela Yıldız Sineması’nın deposunda asılı dururdu. Burhan da "sinema sahibiyim" diye oradan ayrılmaz, Cavit’in verdiği bütün işleri sesini çıkarmadan yapardı. Cebine konulan harçlıkla, parayla işi yoktu. Maksat, sinemanın yakınında, içinde olmak, bütün filmleri seyretmek ve güzel bir filmde boy göstereceği günü oralarda beklemekti.
Yazlık Şen Sineması’nda Yılmaz Asık’ın yanında da çalıştı Burhan. Yılmaz Asık bir gün sinema perdesinin kenarlarına siyah çerçeve çekmek için çıktığı merdivenden düşüp de bir süreliğine iş göremez hale gelince makine dairesine Burhan geçmiş, filmleri günlerce o oynatmıştı. Yıllarını sinemalarda geçirdiği için makineleri kullanmayı da iyi kötü biliyordu. Fakat günde en az dört kere köfte ekmek istiyordu bu işi yapmak için. "Benim karnım acıktı, köfte istiyorum." diyordu iki saatte bir.
Burhan’ın artist olma hevesini Bergama’da pek çok kişi biliyordu. Onun saflığı ve bu hevesi zaman zaman zor günler yaşamasına da sebep oldu. Köfte ekmek ile ikna edilemediği günlerde yalandan film çekimlerine davet edilerek motive olması sağlanıyor, o heyecanla bütün sinema Burhan’a süpürtülüyordu.
Beytullah Özyıldız, Yılmaz Asık ve Ali İhsan Güngül kafa kafaya verip "Bu adamı nasıl çalıştırırız?" diye düşünürlerken Güngül’ün aklına Almanyalı bir arkadaşının 8 mm’lik bir film kamerası olduğu geldi. Burhan’a da, "Bir rejisör gelecek, burada film çekecek" dediler. Sonraki gün o zamanların modası olan paralel telefondan Burhan’ı aradılar. İçlerinden biri, “Burhan ben rejisörüm, Ayvalık'tayım, senin namını duydum. Bergama’ya geleceğim. Bir deneme filmi çekeceğiz seninle. Sakın oradan ayrılma, sinemada dur.” dedi telefonda. Burhan günlerce ayrılmadı sinemadan ve kendisinden istenen bütün işleri mırın kırın etmeden yaptı.
Bir vakit sonra aynı ekip, Ali İhsan Güngül’ün Almanyalı arkadaşı ile tanıştırdılar Burhan’ı. “Bak,” dediler, “bu arkadaş rejisör.” Onun kamerasını alıp Burhan ile beraber arabaya doluştular ve dere içinde deneme filmi çekmeye başladılar boş makineyle. Vurdulu kırdılı bir sahneydi güya çektikleri. O günleri anlatırken üzüntüyle "Neler yaptık adama!" diyor Yılmaz Asık.
Burhan'ın artist olma hevesini Bergama'da pek çok kişi biliyordu. Onun saflığı ve bu hevesi zaman zaman zor günler yaşamasına da sebep oldu.
Burhan'ın
Ayhan Işık tarzı bıyıkları var, saçları da onun gibi briyantinli. O gün onu öyle bir dolduruyorlar ki, Burhan çok önemli bir artist olduğuna iyice inanıyor.
Artiz Burhan’ın yaşadıkları bu kadar değil tabii. Boyacı Orhan, eski Türk Ocağı’nda eskrim dersleri aldığı için lakabı adının yerine geçen Dartanyan ve Aydan Gelen Camcı Şerif de Burhan ile yaşadıklarını halen anlatmaya devam edenlerden…
Futbol hayatları da olan bu ilginç kişiler Karanfilin Kahve diye bilinen kahvede otururlarmış. "İçeride her türlü hayvan var" denildiği için Nuh’un Gemisi diye de anılırmış bu kahvehane. Boyacı Orhan, Dartanyan, Aydan Gelen Camcı Şerif’in yanı sıra Sümerbank başmüfettişliğinden emekli Duçi Müfit, Patat Mehmet ve lokantacı Rasim Usta da bu ekibin ayrılmaz parçalarıymış.
Bir gün bu ekip Kasap Necati (Karadağ)’den bir kıyma makinesi alıyor, üzerine saat zembereği ve bir dişli monte ediyorlar. Kıyma makinesinin kolunu çevirdikçe film kameraları gibi çıt çıt çıt ses çıkartıyor yaptıkları düzenek. Üzerine de siyah bir örtü iliştiriyorlar ki kameraya iyice benzesin. Patat Mehmet setin ışıkçısı oluyor bir el feneriyle. Duçi Müfit patron, rejisör oluyor, Boyacı Orhan set amiri... Uydurma film setinde Dartanyan da bir iş buluyor kendine. Ve tabii oyuncu olarak da Artiz Burhan… Burhan’ın Ayhan Işık tarzı bıyıkları var, saçları da onun gibi briyantinli. O gün onu öyle bir dolduruyorlar ki, Burhan çok önemli bir artist olduğuna iyice inanıyor. "Adem ile Havva filmi çevireceğiz." diyerek kalenin arka tarafına çıkıyorlar gece karanlığında. Burhan’ı soyunmaya ikna edip önüne arkasına incir yaprakları koyuyorlar. Saatlerce "Havva! Havva!" diye bağırttırıyorlar Burhan’ı. Bu sırada kıyma makinesinin kolu dönüyor, el fenerleriyle set aydınlatılıyor.
Başka bir gece Burhan’ı, Akasya Park’a, Tarzan filmi çekmek için götürüp bir ağaca bağlıyorlar, etrafına da ateş yakıyorlar. "Buradan kurtulmanı çekeceğiz." diyorlar. Burhan uzun zaman iplerden kurtulmaya çalışıyor, çırpınıp duruyor.
Bir kış gecesinde de Tarzan filminin devamı için Bazilika’nın yanındaki, içinden Selinos Çayı’nın aktığı tünellere götürüyorlar. Buz gibi havada 6-7 metre yükseklikten aşağıya atlatıyorlar. Burhan o geceyi de sağ salim atlatmayı başarıyor.
Bir başka seferde uydurma çekimler devam ederken bekçi çıkageliyor. Uzaktan "Ne yapıyorsunuz orada?" diye sesleniyor bekçi. Burhan’ın kulağına eğilip "Bu sahnede film icabı posta koyacaksın bekçiye." diyorlar. "Sana ne lan!" diye bağırıyor bunun üzerine Burhan, hiç tereddüt etmeden. Ve tabii işler karışıyor o gece…
Burhan’ın oynatıldığı bu sahte filmlerin çekimleri o kadar meşhur oluyor ki çekimlere Bergama’nın önde gelen insanları da katılmaya başlıyor. Hâkimler, öğretmenler, iş adamları çekimleri seyretmeye geliyorlar. Her setin sonunda paydos verildiğinde orada kim varsa hepsinden 5 kuruş 10 kuruş toplanıp Burhan’ın cebine konuluyor.
O günlerde film çekimlerini duyup da gerçek sanan Kozak Karakol Komutanı, Boyacı Orhan'ı buluyor: “Orhan Bey,” diyor, “ben de yetenekliyim bu konuda, mümkünse bana da bir şans tanısanız.” Boyacı Orhan ertesi gün arkadaşı Bilgin Yasa’ya anlatıyor bunu: “Yahu Bilgin, çevirteceğim herife filmi ama asker adam neticede, öldürür sonra beni dayaktan.” Sonraki günlerde de Boyacı Orhan’ı her görüşünde “Ya Allah’ınızı severseniz, bana da bir şans verin.” diye ısrar etmeye devam ediyor komutan.
Film ekibinin maceraları dilden dile yayılınca ikinci bir ekip çıkıyor ortaya Bergama’da. Onlar da Burhan ile film çevirmeye başlıyor. Fakat ilk ekiptekiler bu yenilerin Burhan’a olan davranışlarından rahatsız oluyorlar. Kendilerinin gösterdiği 'nezaketi, zarafeti' göstermediklerini, Burhan’ı aşağıladıklarını düşündükleri için onu kenara çekip vazgeçirmeye çalışıyorlar. “Burhan bak,” diyorlar, “biz de sana bugüne kadar böyle şeyler yaptık ama sen artist filan değilsin. Havalara girip gitme başkalarıyla. Bak seninle dalga geçiyorlar.” diyorlar. Burhan hiç beklemedikleri bir tepki veriyor: “Hadiyin lan oradan! Meşhur oldum diye kıskanıyorsunuz beni.” diyor. “Ya yapma etme abicim, gözünü seveyim!" diyorlar ama anlatamıyorlar. Laz Muzaffer'in çinko kepenkli dükkânının önünde ısrar ediyorlar: “Bak Burhan, sana söylüyoruz, sen artist falan değilsin!" Burhan inanmış bir kere, direniyor: “Hayır artistim!" Değilsin, öyleyim, değilsin, öyleyim, derken iş büyüyor. O gece fena bir dayak yiyor Burhan. En sonunda bıraksınlar diye, “Tamam, yeter vurmayın, değilim!" diyor. Bırakıyorlar bunun üzerine dövmeyi, “Defol git şimdi!" diyorlar. Burhan yanlarından biraz uzaklaşıp, uzaktan bağırıyor bunlara: “Ulan yarın Türkan Şoray'ı koluma takıp buraya getirmezsem eğer!"
Kısaca boylu, külhan bey yürüyüşlü, saçları her daim briyantinli Artiz Burhan’a seneler sonra bir miktar miras kalıyor ölen bir akrabasından. O dönemde Aliağa’da yaşayan Burhan’a kalan mirası kaptırmaması için Rıfat Dişli ve Avukat Nuray Hanım yardım etmeye çalışıyor fakat başaramıyorlar. Artiz Burhan yokluk içinde hayata veda ediyor.
Bırakıyorlar bunun üzerine dövmeyi, 'Defol git şimdi!' diyorlar. Burhan yanlarından biraz uzaklaşıp, uzaktan bağırıyor bunlara: "Ulan yarın Türkan Şoray'ı koluma takıp buraya getirmezsem eğer!"



Tüdanya'nın bazı filmlerinin afişleri ve Seni Sevmeyen Ölsün adlı kaseti.
Artiz Burhan’ın yolu, hayatı boyunca ne yazık ki gerçek bir film setinden geçmemişti. Fakat Bergamalılar arasından, sayıları tiyatro sahnesinin heyecanını yaşayanlar kadar çok olmasa da kamera karşısına geçme hayallerini gerçeğe dönüştürenler de oldu. Bir kısmı hayatlarını farklı alanlarda kurmuş olsalar da gün gelip kendilerini film setlerinde de bulacaklardı.
Atmaca Mahallesi’nin güzel sesli şarkıcısı Hatice Döngü, Tüdanya sahne adıyla 1980’ler boyunca bir yandan gazinolarda rüzgâr gibi esip, İzmir Fuarı’nda üst üste 11 yıl sahne alarak bir rekora imza atarken aynı zamanda da arabesk filmler furyasında kendini göstermişti. 1982 ile 1989 yılları arasında Sancı, Yıllar, Canımdan Can İste, Canımın Canısın, Sen Yaşa adlı beş filmde başrol oynayan Tüdanya, gerçek hayat hikâyesini de iyi bilen Bergamalıları hıçkırıklara boğmuştu.
Tüdanya o yıllarda çok meşhur olduğu için dikkatleri daha fazla üstüne çekmişti ancak Bergamalı olup da beyaz perdede boy gösteren ilk kişi o değildi. Aşağıkırıklar köyünde yaşayan Borucu İsmail (Eriş)’in beş yetişkin çocuğundan 70-80 cm boylarındaki üçü, Süleyman, Saniye ve İbrahim, 1971 yapımı Keloğlan ve Yedi Cüceler filminde rol almışlardı. Filmin çekiminden sonra köyden ayrılan ailenin İstanbul’a yerleştiği, daha sonra Süleyman, Saniye ve İbrahim’in Almanya’ya götürüldüğü anlatılıyor köylerinde.
Daha yakın zamanlara geldiğimizde televizyon dizilerinde, eğlencelik bazı filmlerde rol alan gençler olduğunu da görüyoruz. 2011 yapımı Türk Pasaportu filminde oynayan Eylem Demir, 2012 yılında çekilen Adını Feriha Koydum TV dizisinin oyuncularından Yüksel İlgen dışında güzellik kraliçesi seçildikten sonra sinemayı deneyimleyenler de var. Mert Öztüre İlkokulu’nda okurken 2003 yılında Yıldız Kızlar Kros Yarışması’nda birinci olan Sevgi Avcıoğlu aradan on yıl geçtikten sonra bu kez 2013 Zeus Türkiye'nin 18'inci kraliçesi ve Model Star Türkiye'nin 1'incisi seçilmiş ve hemen ardından 2014 yapımı Çakallarla Dans-3 filminde oynamıştı.


Keloğlan ve Yedi Cüceler
1971


Türk Pasaportu
2011


Çakallarla Dans 3
2014


İkisini de Sevdim TV dizisi
2017


Adını Feriha Koydum TV dizisi
2011


Asla Vazgeçmem TV dizisi
2015


Güldür Güldür Show TV dizisi
2013


Kapıcılar Kralı
1976
Adını 2014 yılında Türkiye Güzeli seçildiğinde duyuran Amine Gülşe Özil ise İsveç’te doğmuş, bir süre sonra annesinin memleketine, Bergama’ya dönmüştü. Bergama’da yaşarken katıldığı güzellik yarışmasından birincilikle çıkan ve dört dil bilen Amine, 2015-16’da Asla Vazgeçmem, 2017’de de İkisini de Sevdim adlı TV dizilerinin oyuncu kadrosunda yer aldı. Kamera karşısındaki performansından ziyade 2019'da futbolcu Mesut Özil ile yaptığı evlilikle tanınıyor Bergama'da.
Tiyatro kökenli olup hem sahnede hem de beyaz perdede kariyerlerini sürdüren iki farklı kuşağın temsilcilerini anmayı özellikle biraz daha sona doğru bıraktım. Hayatlarını tiyatro ve sinema oyunculuğu üzerinden kurgulayan bu iki kişiden ilki, Dokuz Eylül Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunu Onur Buldu. Oyunculuğunu tiyatrodan, sinemaya, oradan TV dizilerine kadar geniş bir yelpazede sergileyen Onur Buldu, genç yaşına rağmen on dört uzun metrajlı ve bir kısa metrajlı sinema filminde, dokuz TV dizisinde, üç tiyatro oyununda rol almış durumda. Günümüzde de Güldür Güldür Show’daki Birol karakteri ile harikalar yaratıyor.
Onur Buldu gibi tiyatro ve sinema oyunculuklarına zaman zaman TV filmi oyunculuklarını da ekleyerek bugünlere kadar hayat verdiği karakterleri samimiyetle izleyicisine sevdiren Zerrin Sümer’i de analım. Onun da hayatı, öğretmen olan ablasının tayini nedeniyle bir süre yaşadıkları Bergama’da, Halk Eğitim Merkezi’ndeki tiyatro faaliyetlerine ortaokul yıllarında katılmasıyla değişmişti. Bergama’da başlayan tiyatro tutkusu Zerrin Sümer’i Ankara’ya, Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’ne taşıyacaktı. Mezuniyetinden sonra Devlet Tiyatroları ve Ankara Meydan Sahnesi gibi pek çok tiyatroda 80’e yakın oyunda rol alan Sümer 1996 yılında BKM oyuncuları arasına katıldı. 1976 yılında Kapıcılar Kralı filmiyle sinemaya ilk adımını attı. 47 yıl içerisinde yirmiye yakın filmde, yirmiden fazla TV dizisinde rol aldı, aralarında Türkan Şoray’ın da bulunduğu çeşitli sinema oyuncularının seslendirmesini yaptı.
Gelelim günümüz Bergama’sının en ünlü isimlerinden birine. Dedelerinden itibaren nesilden nesile klarnet virtüözleri yetiştiren bir ailenin dünyaya hediye


Ortaokul yıllarında tiyatro ile Bergama Halk Eğitim Merkezi'nde tanışan, Şamil Kutlu sayesinde hayatının yönü değişen Zerrin Sümer bir piyeste.
1950'lerin sonları. Fotoğraf: BERKSAV-Belleten/20
ettiği Hüsnü Şenlendirici de dolu dolu geçen müzik hayatında iki kez parantez açıp, 2012 yılında Hülya Avşar ile başrolü paylaştığı TV dizisi Kadın Severse’de ve 2013 yapımı sinema filmi Vay Başıma Gelenler’de oyunculuğu deneyimledi. 5 yaşındayken klarnet çalmaya başlayan Şenlendirici 12 yaşında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı Çalgı Eğitim Bölümü’ne girmiş, Okay Temiz ile dünyanın dört bir yanındaki festivallerde çalmış, 90’ların sonlarında efsanevi Laço Tayfa’yı kurmuştu. Şenlendirici’nin müzik kariyerinin arasına sıkıştırdığı filmlerden sonra sırasını bekleyen bir de yönetmenlik hayali var: Her yaz Bergama’daki çiftliğinde düzenlediği Klarnet Kampı’nı hikâye eden bir sinema filmini yönetmek.
Hüsnü Şenlendirici yakın zamanda yönetmen koltuğuna oturur mu bilemiyoruz fakat çoğumuzun tanıdığı Bergamalı bir sinema yönetmeni de var zaten: Kudret Sabancı. Aralarında kısa filmler, belgeseller, TV dizileri ve sinema filmlerinin olduğu 30’a yakın çalışmada yönetmenlik yapan, senaryolar yazan Kudret Sabancı özellikle 1999 yapımı Laleli’de Bir Azize filmi ile akıllarda yer etti ve filmleriyle birçok ödül kazandı. Son olarak 2019 yılında yönetmenliğini yaptığı Kapan, önceki filmlerinden Laleli’de Bir Azize ve beş yönetmenli Anlat İstanbul kadar büyük bir ilgi görmedi. 2013 yılında senaryosunu yazıp yönettiği Karaoğlan filminin IMDb’de 3,7’de kalan beğeni oranını Kapan filminde bir miktar arttırdıysa da ancak 4,0’ı yakalayabildi.


Vay Başıma Gelenler
2013


Laleli'de Bir Azize
1998


Kapan
2018


Anlat İstanbul
2004


Karaoğlan
2013


Adalet Oyunu
2011
Bergamalı bir diğer yönetmen ise esas olarak sinema üzerine yaptığı araştırmalarla, yazdığı makale ve kitaplarla tanınan araştırmacı yazar Ali Özuyar. Ankara Üniversitesi’nde tarih eğitimi aldıktan sonra araştırmalara ve çeşitli dergilerde yazılar yazmaya başlayan Özuyar, iki kısa filmin ardından 2011 yılında Mahur Özmen ile birlikte Adalet Oyunu adlı ilk sinema filmini çekti. Erol Keskin, Mustafa Uğurlu, Tolga Evren ve Serap Sağlar’ın rol aldığı film IMDb’de 6,2 puana ulaştı. 35 kopya ile gösterime giren ve fakat 12 haftada sadece 5 bin izleyiciye ulaşabilen Adalet Oyunu, izleyenler tarafından "hak ettiği değeri bulamayan" bir film olarak nitelendirildi.
Bir sinema filminin ortaya çıkabilmesi için çok sayıda insan emeğinin bir potada buluşması gerekiyor. Senaryosundan, sanat yönetimine, yönetmeninden yapımcısına, kostümcüsünden ışıkçısına, sesçisinden filmin müziklerini yapan kişilere ya da ekiplere kadar hepsinin vazgeçilmez yerleri var. Kamera ekibinin başındaki görüntü yönetmenleri de filmlerin en önemli emekçilerinden. Türkiye sinemasına baktığımızda Bergamalı iki görüntü yönetmeni ile karşılaşıyoruz. 1974 yılından 2002 yılına kadar 50 kadar filmin kameramanlığını, kamera asistanlığını ve görüntü yönetmenliğini yapmış olan Erdoğan Ç. Ererez’in filmografisinde Isıt Beni gibi erotik filmlerden, Hülya Avşar ile İbrahim Tatlıses’in oynadıkları Hülya gibi arabesk filmlere kadar geniş bir yelpazede filmler bulunuyor.
Bergama Kültür Merkezi’ndeki Sine Gama’nın işletmeciliğini yapmış olan Gökhan Güzeler’i de görüntü yönetmenliğine doğru emin adımlarla ilerleyen genç kuşağın temsilcilerinden biri olarak anmak gerekiyor. Gökhan Güzeler’in son olarak yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın 2017 yapımı Ahlat Ağacı filminde görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki’nin asistanlığını yaptığını biliyoruz.
İlk ve ortaokul yıllarını Bergama’da geçiren bir başka sinemacı ise Bergama Kültür ve Sanat Vakfı tarafından 2020 Sanat Ödülü’ne değer görülen Kubilay Tat. Genç senarist Tat, Karl Kases’in yönettiği Alia A Bosniac Rhapsody, Uğur Yücel’in filme aldığı Ejder Kapanı filmlerinin özgün senaryolarını ve 2019 yılının en çok seyredilen, Amerikan ve Fransız Netflixlerinde de 1 numaraya kadar yükselen bir Güney Kore sineması uyarlaması olan 7. Koğuştaki Mucize filminin yerli senaryosunu kaleme aldı. Henüz yayınlamadığı roman ve hikâye çalışmaları da olan Kubilay Tat, 2021 yılında tüm dünyada aynı anda vizyona girmesi planlanan uluslararası bir film projesinin de özgün senaryosuna imza atmış durumda.


7. Koğuştaki Mucize
2019


Alia: A Bosniac Rhapsody
2008


Ejder Kapanı
2009


Isıt Beni
1979


Hülya
1987
BİR FİLM PLATOSU
OLARAK BERGAMA
Tiyatro ve sinema oyuncularının, yönetmen ve görüntü yönetmenlerinin yetiştiği Bergama aynı zamanda Yeşilçam yapımı bazı filmlerin çekimlerine de ev sahipliği yaptı. Tarihi zenginliği sayesinde özellikle 1960’larda çekilen tarihi-kurmaca filmlerde doğal bir plato gibi kullanılan kasabanın daha önceki ve daha sonraki yıllarda da sinemacılarla buluştuğu biliniyor.
Akil Ulukaya’nın aktardığı bilgiye göre 1945 yapımı Köroğlu filmi Bergama’da çekilen ilk filmlerden biri. Akil Bey’in Bergamalı olan babası, Ulukaya kolonyalarını üreten ailenin mensubu Ercan Ulukaya (d. Bergama, 1930-ö. İzmir, 2015) çocukluk yaşlarında, bu filmin Asklepion’da çekilen sahnelerinde çoban rolünde oynadığını anlatıyormuş. Öte yandan, Refik Kemal Arduman ve Mümtaz Ener’in birlikte yönettikleri ve başrollerinde Haluk Sarıcı, Eyüp Sabri, Kadri Ögelman, Muammer Karaca, Haşim Evci, Hulusi Kentmen ve Gülistan Güzey gibi oyuncuların bulunduğu Köroğlu filminin setinde teknik asistan olarak çalışan Baha Gelenbevi, filmin İnegöl’ün Cerrah köyünde çekildiğini anlatıyor. Gazeteci Rakım Çalapala’nın, 1940 ve 50’li yıllarda yayınlanan Yıldız mecmuasında Baha Gelenbevi’nin ağzından aktardığı filmin çekim öyküsünde Bergama’dan hiç söz edilmiyor. Bu durumda Ercan Ulukaya’nın hatıralarına dayanarak Köroğlu filminin hiç değilse bazı sahnelerinin Bergama’da çekilmiş olabileceğini söyleyebiliyoruz.

Between Orient and Occident-03 Club Trancemoronba
Serkan L. Karaman



Ege Kahramanları
1951
Yine bir kısmı Bergama’da çekilmiş bir başka film olan Ege Kahramanları’na dair bilgiye ise bir gazete haberiyle ulaşıyoruz. 15 Mayıs 1951 tarihli Bugün gazetesinde yer alan habere göre yapımcılığını Erkin Film’in üstlendiği filmi Nuri Akıncı yönetiyor. Haberdeki detayları olduğu gibi aktaralım:
“Genç rejisörlerimizden Nuri Akıncı tarafından hazırlanan ve Erkin Film tarafından çevrilmesine başlanan Ege Kahramanları adlı senaryonun iç sahneleri İzmir’de çevrilmiş ve ikmal edilmiştir.
Büyük Ata’nın 1919 Mayıs’ında Samsun’a attığı ilk adımla bütün yurdu saran milli mücadele ruhunu İstiklal Savaşı’na rastlayan günleri ve Türk milletinin çetin mukavemet hareketlerini bütün ayrıntıları ile içine almış olan bu senaryonun dış sahneleri de Bergama’da çevrilecektir.
Başlarında şirketin prodüktörü Bergamalıların pek iyi tanıdığı eski Bakırçay Islah İşleri Müteahhitliği Müdürü Safa Atacer ile bu filmin başrollerini deruhte etmiş bulunan Gül Batı, Faruk Atacer, Ferhan Tanseli, Fahrettin Ünal ve Nurettin Oflaz ve filmin müzik sahnelerini şiir ve bestelerini bütün memleketin zevkle dinlediği bestekâr Baki Çallıoğlu ve değerli operatör Coni Kurteşoğlu, asistan Nejat Saydam olduğu halde bugün Bergama’mıza gelmiş bulunmaktadır.
Kendilerine hoş geldiniz der, Erkin Film’e başarılar dileriz.”
Senaryosunu Nazım Özman’ın yazdığı, şarkılarını Safiye Ayla’nın seslendirdiği, işgal ordularına karşı Türk çetelerini birleştirme gayreti içindeki

Köroğlu
1945


Osman Bayatlı (en solda) eşliğinde Bergama'da bir film çekimi. Fotoğraf: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.


Bergama Sevdalıları
1952
Karazade’nin hikâyesinin anlatıldığı film aynı yıl gösterime girdikten sonra Yıldız dergisi film eleştirmeni Sezai Solelli tarafından şöyle değerlendiriliyor:
“Hikâye güzel, senaryo zayıftır. Eğer reji ve operatör bir parça daha kuvvetli olsaydı, bu senaryodan, çok daha derli toplu, çok daha olgun bir film meydana getirilebilirdi.”
Bergama’nın adının kullanıldığı ilk ve tek film olan 1952 yapımı Bergama Sevdalıları hakkında ise künye bilgileri dışında neredeyse hiç bilgimiz yok. Umutsuz bir aşk uğruna cinayet işleyeceği sırada kendisine engel olan caz şarkıcısı genç kadına âşık olan gencin hikâyesinin anlatıldığı filmi, tıpkı Köroğlu filmi gibi ne yazık ki izleme şansına sahip değiliz. Can Film tarafından üretilen filmin yönetmenliğini Hayri Esen ve Harry Davis üstlenmiş. Ayfer Feray, Yaşar Güvebir, İhsan Evrim, Muzaffer Doğan, Hayri Esen, Aliye Rona, Salih Tozan, Muharrem Gürses, Kemal Ergüvenç ve Hulusi Kentmen’in oynadıkları filmin bol şarkılı bir film olduğunu hem afişinden, hem konusundan, hem de ekipteki şarkıcı listesinden anlamak mümkün. Bergama Sevdalıları’nda Fehmi Ege orkestrasının çaldığı şarkılar, Sabite Tur Gülerman ve Selahattin Pınar imzalı. Filmdeki caz şarkıları ise Yaşar Güvenir ve Ayfer Feray’dan.
1960’larda Bergama, birçok film ekibini ağırlar. Mehmet Tevfik Olur, bunların ilki olan 1960 yapımı 3 Çapkın Gelin filminin, Tekke Boğazı’nda bugün halen ayakta olan değirmende çekildiğini söylüyor. Stanley Donen’in 1954 yapımı ünlü Yedi Kardeşe Yedi Gelin filminden Türkiye’ye uyarlanan 3 Çapkın Gelin’in senaryosunu Sadık Şendil yazmış, Süha Doğan da yönetmiş. Orhan Günşiray, Saime Bekbay, Öztürk Serengil, Suna Selen, Oktar Durukan, Suphi Kaner, Uğur Kıvılcım ve Hüseyin Baradan gibi döneminin ünlü oyuncularının yer aldığı filmi Agah Özgüç 1961 yılında, Büyük Gazete’de şöyle eleştirmiş: “İki kardeş grubun birbirleri ile kıyasıya düşman olmalarının belli bir nedeni olmalı. Film boyunca bu nedenlerin asla en ufak belirtisine rastlayamıyoruz. Sonra, grupların davranışları bizim köylülerden çok Batılı silahşorlara benziyor.”
Hemen ertesi yıl başka bir ekip gelir Bergama’ya. Ayvalık doğumlu görüntü yönetmeni Kaya Ererez, kariyerine henüz başlamadığı o günlerde Bergama’da bu film ekibiyle karşılaşır. Kendisiyle yıllar sonra 2017’de yapılan bir röportajda filmi İzmirli yönetmen Yavuz Yalınkılıç’ın çektiğini söyler. Hatta çekimleri izlediği sırada filmdeki asistanlardan birinin işi bırakması üzerine kendisinin onun yerine geçerek sinema setlerine ilk adımını attığını anlatır ancak tam tarihi ve filmin adı vermez. İzmir, Biga doğumlu yönetmen Yavuz Yalınkılıç da o günlerde yönetmenliğe yeni başlamıştır. İlk filmi Fedakar Onbaşı’yı 1960’ta, Esmer Delikanlı ve Altın Hırsı’nı da 1961’de çekmiştir. Bu tarihlerden yola çıkarak Bergama’da çekilen filmin bunlardan biri olduğunu saptayabiliyoruz. Hikâyelerine baktığımızda da en olası filmin Altın Hırsı olduğunu söylemek mümkün. Tüm umutlarını define arayışına bağlamış beş kardeşin öyküsünü, defineciler konusunda pek çok tatsız olaya sahne olmuş, olmaya da devam eden Bergama’da anlatmak akla yatkın görünüyor. Üstelik filmin afişinde resmedilmiş antik sütunlar da Asklepion’dakilere oldukça benziyor.


3 Çapkın Gelin
1960


Fedakar Onbaşı
1960


Esmer Delikanlı
1961


Altın Hırsı
1961


Ya Ben, Ya O
1961
1961 yılında Pergamon Akropolü ve Asklepion, Pervin Par ve Ayhan Işık’ın başrolleri paylaştıkları, Acar Film’in yapımcılığında gerçekleştirilen Ya Ben, Ya O filminin ekibini ağırlar. Aydın Arakon’un yönettiği filmin ilk beş dakikası ile yaklaşık iki dakikalık final sahnesinde Bergama’nın önemli ören yerleri sadece bir arka plan malzemesi olarak değil, filmde kurulan anlatıya güçlü bir zemin oluşturacak biçimde kullanılır. Maddi dünya ile manevi dünya arasındaki çelişkilerin, aşk, kıskançlık, iş ve şehir hayatının hırsları, servet, tarihi ve kültürel değerler üzerinden ele alındığı 106 dakikalık film izleyiciye, görüntü yönetmeni Şadan Kamil sayesinde güzel bir siyah-beyaz görsellik sunuyor. Final sahnesinde Pervin Par’a, “Ne de olsa atalarımızdan kalan bir mirasa sahibiz: Bilgi ve saygı. Biz çocuklarımıza bu ikisini bırakacağız sevgilim.” diyen Ayhan Işık’a filmde usta oyuncular Avni Dilligil, Hayri Esen, Sevim Çağatay ve Yavuz Cener eşlik ediyor.

Ya Ben, Ya O filminin, Pergamon Akropolü'nde çekilen giriş (üstte solda) ve final (üstte, sağda) sahneleri. 1961


Duvarların Ötesi
1964
1964 yılında, Orhan Elmas yönetmenliğindeki yeni bir Yeşilçam ekibi, Ayvalık merkezli bir film çekimi için bölgeye gelmişti. Senaryosu Vedat Türkali, Turgut Özakman ve Orhan Elmas tarafından yazılan Duvarların Ötesi filmi, Özakman’ın 1957’de yazdığı aynı adlı tiyatro eserinden yapılmış bir uyarlamaydı. Dönemin toplumcu gerçekçi sinemasının önemli örneklerinden birini oluşturacak olan filmde, cezaevinden kaçan altı mahkûmun rehin aldıkları kadınla birlikte bir zeytinyağı deposunda yaşadıkları anlatılıyordu. Tanju Gürsu, Belgin Doruk, Erol Taş, Özden Çelik, Hayati Hamzaoğlu, Danyal Topatan, Hasan Ceylan, Feridun Çölgeçen, Atıf Kaptan ve Ali Şen gibi oyuncuların rol aldıkları Duvarların Ötesi filminin büyük kısmı Ayvalık ve Burhaniye’de, yaklaşık bir dakikalık kısmı ise Bergama’da, Asklepion’da çekilmişti. Duvarların Ötesi, başarılı reji, oyunculuk ve görüntü yönetiminin yanı sıra Türkiye sinema sektöründe dış çekimlerde elektrikli aydınlatma lambalarının kullanıldığı ilk film oluşuyla da biliniyor.


Ses dergisi.1964
Kaynak: Sarı Denizaltı arşivi
BOZKURTLARIN HARİKULADE
BERGAMA MACERALARI

Pazar dergisi-Sayı: 561
24 Haziran1967
Kaynak: Sarı Denizaltı arşivi



Bozkurtlar Geliyor
1967


Bozkurtların İntikamı
1967
Şimdi gelelim Bergama’da çekilen filmlerle ilgili en ilginç hikâyeye… Birçok kişinin hafızasında farklı yönleriyle de olsa yer etmiş olan Bozkurtlar Geliyor ve Bozkurtların İntikamı filmleri 1967 yılında çevrilen üç filmden ilk ikisi. Devam filmi niteliğinde olan Bozkurtlar Geliyor ve Bozkurtların İntikamı filmlerinin hikâyesi 4. yüzyılda geçiyor ve filmde Fikret Hakan’ın canlandırdığı Yiğitoğlan karakterinin maceralarla, aşklarla dolu hayatı anlatılıyor. Her iki filmin de senaristi ve yönetmeni olan Cavit Yürüklü, Fikret Hakan’ın yanında Figen Say, Güven Erte, Oya Peri, Özkan Yılmaz, Ferda Ferdağ ve Atıf Kaptan’a rol veriyor. Buraya kadar her şey normal ancak filmin kendi eserlerinden kopyalanarak ve de tahrif edilerek yazılıp çekildiğini iddia eden, Türkçü, Turancı düşünceleriyle kaleme aldığı Bozkurtların Ölümü (1946) ve Bozkurtlar Diriliyor (1949) adlı kitapların yazarı Nihal Atsız'ın, bu filmleri, dönemin kültür bakanına hitaben yazdığı makalede şikâyet etmesi mevzuyu ilginçleştiriyor. Atsız’a göre "Türk yiğitlerinin dövüşürken havada taklalar atması" kabul edilebilir bir durum değil:
“Milli ruhu şahlandırmak için tarihi filmler en iyi vasıtadır. Türk tarihinden, gerçeklere sadık kalınarak alınacak parçaların sinemalarda gösterilmesi yıllardır üstümüze çökmüş olan kâbusu atmaya yarayacaktır. Bizde ilk yapılan tarihi filmler oldukça başarılıydı. Bu son yapılanlar bir maskaralıktır. Türk yiğitleri dövüşürken havada takla atmaz. Amerikan filmlerinde olduğu gibi, her biri sığır devirecek yumruklarla dakikalarca düşe kalka dövüş olmaz. Şimdi bunlar yapılıyor. Türklere acayip kılıklar giydiriliyor. Amerikalıların maskaralıkları bize de uygulanıyor, sözün kısası Türk filmi olmaktan çıkıyor.
Eski çağlarda kadın çok serbest olduğu halde Türk kızlarının çıplak olarak erkekler önünde şehevi raks yapması gibi bir olay yoktur. Hacıağalarının zevkini tatmin için böyle sahneler icat ediliyor. Rejisörler Türk tarihini ve geçmişini hiç bilmiyor.
Sözde tarihi film diye ‘Bozkurtlar Geliyor’ ve ‘Bozkurtların Öcü’ adında iki film çevrilmişti.
Bunlardan birini dört kişi birden seyrettik. Konu benim iki tarihi romanımdan, ‘Bozkurtların Ölümü’ ile ‘Bozkurtlar Diriliyor’ dan alınmış daha doğrusu çalınmıştı. Biraz değiştirmişler, iki romanı birbirine karıştırmışlar. Konuyu da, eseri de, tarihi kahramanları da, tarihi de rezil etmişlerdi. Çağdaş olmayan Göktürklerle Alanlar savaştırılıyordu. Koca Türk Kağanı, teneke kalkanlı sekiz kişiyle yola çıkıyordu. İkinci romanımdaki ‘Deli Ersegün’ adlı kahraman burada Hacivat kılıklı bir maskaraya çevrilmişti.” (Makaleler IV, Nihal Atsız)
Cavit Yürüklü’nün bu iki filmi, Türkiye sinema tarihinde sinematografik anlamda bırakamadığı izi Bergamalılar’ın belleklerinde bırakacaktı. Araştırma sırasında ilk kez, Facebook’taki Bergamalılar sayfasında yayınlanan “Bergama’nın Sinema İle İmtihanı: Bozkurtlar Geliyor” başlıklı yazı sayesinde haberdar olduğum film, kasabada, yarattığı çalkantılarla hatırlanıyordu. Bu yazıdan sonra izini sürdüğüm filme ilişkin en detaylı bilgiyi, dönemin popüler magazin dergisi Pazar’ın 24 Haziran 1967 tarihli 561. sayısında yayınlanan tam üç sayfalık haberden alacaktım. Önce, “Bergama’da Neler Olmadı ki…” üst başlıklı haberin ilk sayfasına bakalım:
“Tek Parola: ‘Aşk, İçki ve Kadın’dı
İstanbul dışında çekilen filmlerin hemen hepsinde skandallar çıkmış, küçük şehir ve kasabalarda toplanan ‘İstanbullu Artistler’ mutlaka çeşitli olaylara adlarını karıştırıp dillere düşmüşlerdir. Taşra halkının parmaklarını ısırtan bu skandallardan sonuncusu ise Bergama şehrinde geçmiş, burada toplanan filmciler ve artistler ikili üçlü çok yönlü aşklar yaşamışlar ve bütün yıldırımları üzerlerine çekmişlerdir. ‘Bozkurtlar Geliyor’ adlı tarihî filmi çevirmek üzere tarihî Bergama şehrini mekân olarak seçen Müca Film ekibi, bir aya yakın bir süre içinde Bergama’nın altını üstüne getirmiş, yaşanan ateşli aşklarla ortalığı kasıp kavurmuş ve neredeyse şehirden kendilerini kovduracak hale gelmişlerdir. Topyekûn 40 kişilik Müca Film kadrosu, İstanbul’dan uzak kaldıkça, yaşanmış büyük aşkların içine düşmekten kendilerini kurtaramamışlardır. Aşağıda, bir eşi benzeri, daha Türk sinemasında kolay kolay rastlanamayacak Bergama Skandalı ve rol dışı gerçek aşkları, bütün dedikodularıyla beraber bulacaksınız…”

Between Orient and Occident-
05 Between Orient and Occident
Serkan L. Karaman


Pazar dergisi-Sayı: 561
24 Haziran1967
Kaynak: Sarı Denizaltı arşivi

Pazar dergisi-Sayı: 561
24 Haziran 1967
Kaynak: Sarı Denizaltı arşivi

Şimdi de Pazar dergisindeki haberden yapılan derlemeyle Bergamalılar sayfasına aktarılan metne göz atalım:
“1967 yılının Mayıs ayında Bergamalılar oldukça renkli günler geçirdi. Televizyonun olmadığı, en büyük eğlencenin radyo dinlemek ve açık-kapalı sinemalarda film seyretmek olan Türk halkı için o dönemlerde radyodan bilinen ses sanatçıları ve filmleri sayesinde isimleri ezberlenen sinema artistleri en merak edilen kişilerdi.
Bergama’da çekilecek olan bir sinema filmi projesi olduğunu Bergamalılar aylar önce haber almıştı ama proje sürekli ertelendi, sonunda ekip 1967 Mayısının sonlarında, tarihi Kermes festivalinin de olduğu zamanlarda Bergama’ya geldi.
Film, Anadolu’ya ilk gelen Türk boylarını konu alıyordu; adı da bunu kanıtlıyordu: Bozkurtlar Geliyor.
Filmi Müca Film şirketi çekiyordu, Mayıs sonlarında film prodüktörü Müfit İlkiz, yönetmen Cavit Yürüklü, kameramanları ve figüranlar ile bazı oyuncular Bergama’ya geldi. Bergama’da iki ayrı otelde kalacaklar ancak film esas olarak Bergama’ya 11 km uzaklıktaki bir çiftlikte çekilecekti.
Filmin başrollerindeki erkek oyuncu Fikret Hakan’dı. Kadın başrol oyuncusu Figen Say idi, ayrıca yeni yeni parlayan dönemin sarışın vamp kadınlarından Oya Peri filme renk katıyordu. Yardımcı erkek oyunculardan olan büyük sanatçı Atıf Kaptan film ekibinin en olgun kişisi ve herkesin abisiydi. Ayrıca o zamanın meşhurlarından Güven Erte de filmde rol alıyordu.
Film çekimleri yaklaşık bir ay sürdü. Bu sürede yaşananlar Bergamalıların sohbetlerinde geniş yer tutmuş, yaşanan skandallar, aşklar ve kavgalar zaman zaman Bergama halkının tepkisi ile karşılaşmıştı.
Filmin başrol oyuncusu Fikret Hakan 5-6 gün sonra ekibe katılmıştır. Figen Say’ın attan düşüp sakatlanması filmin beklenen süreden daha uzun sürede çekilmesine neden olmuştur.
Çekimler boyunca filmin yapımcısı, yönetmeni, oyuncuları ve kadın figüranlarının karıştığı aşk skandalları, aşk nedeniyle oluşan kavgalar ve içki nedeniyle yaşanan taşkınlıklar Bergamalılardan tepki çekmiştir.
Oyunculardan Güven Erte daha önceden aşk yaşadığı Figen Say’a tekrar ilanı aşk etmiş ama cevap alamamıştır. Kendini alkole veren Erte, bir akşam Bergama’daki otelde Figen Sayın kapısında gördüğü başka bir erkek oyuncuyla yumruk yumruğa kavga etmiş, prodüksiyon amirine de kafa atmıştır. Fakat erkesi gün ilginç bir şey olmuş Güven Erte film ekibinde yer alan Sevda Nur adlı oyuncu ile Bergama’da nişan yapmak istediğini söylemiş ve Şenkardeşler Lokantasında ertesi akşam tüm oyuncuların da katıldığı ve 350 Liraya mal olan nişan töreni yapılmıştır.
Sarışın oyuncu Oya Peri ise önce Fikret Hakan ile sonrada yakışıklı oyunculardan Necati Er ile aşk yaşamış ve bu nedenle otelini değiştirmiştir.
Filmin çekildiği 11 km uzaktaki çiftlik de aşk yuvası haline gelmiştir. Film uzayıp millet parasız kalınca, oyuncuların zaman zaman çiftlikten Bergama’ya marşlar eşliğinde yürüyerek geldiği anlatılır.
Filmcilerin hafifmeşrep tavırları, aşk dedikoduları Bergamalıları kızdırmış ve otele baskın yapma denemesine yol açmıştır. Bergamalıları filmin deneyimli oyuncusu olan halkın da saygı duyduğu Atıf Kaptan sakinleştirmiştir.
Kleopatra Güzellik Ilıcası da film ekibinin rağbet ettiği yerlerden olmuş, figüran kızların üstsüz olarak havuza girip fotoğraf çektirmeleri ve bunun gazetelerde yayınlanması da tepkileri arttırmıştır. Film yapımcılarının Bergama’ya getirdiği kızlara tüm oyuncuların aşk teklifinde bulunması sıkıntılı anlara neden olmuştur.
Fikret Hakan ile Figen Say uzun süre dargın kalmışlardır. Figen Say’ın sakatlığından sonra Fikret Hakan’ın kılıçla elini kesmesi, birçok oyuncunun attan düşmesi ve bir oyuncunun balkondan düşmesi ile sakatlanmalar meydana gelmiştir. Sertliği ile bilinen Fikret Hakan diğer erkek oyuncuları da fazla içki içip filmi aksattıkları için sert bir şekilde azarlamıştır.”
“Bu sürede yaşananlar Bergamalıların sohbetlerinde geniş yer tutmuş, yaşanan skandallar, aşklar ve kavgalar zaman zaman Bergama halkının tepkisi ile karşılaşmıştı."

Bozkurtların İntikamı'ndan bir fuaye fotoğrafı. 1967



Bergama'daki film çekimleri sırasında Figen Say'ın da gittiği Liz Kuaför'ün Çığır gazetesindeki reklamı.
Kaynak: Milli Kütüphane DA
Gerek Bozkurtlar Geliyor, gerekse de Bozkurtların İntikamı filmleri, ekibin uzun süre Bergama’da kaldığına işaret eden tüm anlatılanlara bakıldığında aynı zaman diliminde çekilmiş gibi görünüyor. Bunu destekleyen bir hatırasını Mustafa Kaygas şöyle aktarıyor:
“Filmin çekildiği yıllarda Sanat Enstitüsü’nden mezun olmuştum ve askerliğime kadar Balaylar firmasında çalışıyordum. Bu nedenle adı geçen filmdeki aktörlerle Özkan Yılmaz, Fikret Hakan ve Oya Peri, hele Güzin Özipek ile yakinen sohbetlerimiz olmuştu. Film Kozak yolu üzerinde çekiliyordu. Bazı sahneleri Balay Oteli’nin çatı katında kurulan çadırda devam ediyordu. Bergama’da epey süre kaldılar. Bir gün, bir kavga ve şamata… Karakolluk oldular. Meğerse filmi çeken yönetmen bir sette iki film çekmiş. Bozkurtlar Geliyor ve Bozkurtların Dönüşü (Bozkurtların İntikamı-YT) diye.”
Bu uzun süre içinde filmin oyuncuları 1967’deki Bergama Kermesi’nin açılış yürüyüşüne de filmdeki kostümleriyle katılmış, geçit töreni sırasında attan düşerek kolunu kıran Figen Say apar topar İstanbul’a gönderilip 13 günlük tedavi sonrasında uzun kollu gömleklerle gizlenen alçıdaki koluyla çekimlere devam etmişti. 1967 Kermesi’ni hareketlendiren Bozkurtlar Geliyor filminin oyuncuları, Bergama stadında Ali İhsan Güngül tarafından halka tek tek tanıtılmıştı.
Bergamalılar, kırmızı, siyah, enine şeritli, kısa kollu tişörtüyle yürüyen Fikret Hakan’ı sokaklarında görünce heyecanlanıyor, bir koşu gidip eşe dosta anlatıyorlardı. Günler ilerledikçe film ekibi Bergama günlük hayatının bir parçası haline geliyordu. Arasta’daki kahvelerde tavla oynuyor, Ahmet Çavuş’un kahvaltı salonunda kahvaltı ediyor, yemeklerini Kardeşler Restoran’da yiyip, vakit bulduklarında çevredeki esnaftan alış veriş yapıyorlardı. Hatta Figen Say, Liz Kuaför’den (Bestekâr Alaeddin Şensoy’un kardeşi Çolak Muammer/Muammer Şensoy’un 1960 yılında açtığı, Bergama’nın bir erkek tarafından işletilen ilk kadın kuaförü-YT) çıkıp Balay Otel’in bitişiğindeki Gömlekçi İsmail Ertümer’e bluz sipariş ediyordu. Terzinin o dönem kalfalığını yapan Mücahit Özçelik de o bluzu diken terzi oluyordu.


Bozkurtların İntikamı'ndan bir fuaye fotoğrafı. 1967

İlhan Çarpıkoğlu anlatıyor
Bergamalı Necati Karadağ’ın filmde Kutlu Han’ı, Ali İhsan Güngül’ün Hancı’yı oynadığını; Halk Eğitim’den birçok Bergamalı’nın bir gün Romalı asker, bir gün Türk muhafızı kılığında figüranlık yaptığını; Yeşilçam oyuncularının ve ekibin bir kısmının Balay Otel’de, bir kısmının da Park Otel’de kalıp etrafı İstanbul’daki Yeşilçam sokağına çevirdiklerini; prodüksiyon ekibinin uygun bir taht bulamayınca Berber Hasan’ın ahşap koltuğunu alıp kullandığını; mahalle çocuklarına sette kullanılan tahta kılıçların taşıtıldığını, bütün bunları, daha dün yaşanmış gibi anlatan Bergamalılar’dan biri olan İlhan Çarpıkoğlu yedi yaşındayken gördüğü filmcileri hiç unutmadığını söylüyor:
“Şimdiki Kardeşler Börekçisi'nin olduğu yer eskiden Balaylar Mağazası’ydı. Dibinden girişi vardı, üstü oteldi. İki katlı bir oteldi ama ikinci kat boş, depo gibiydi. Alt kat otel olarak çalışıyordu. Orada kalıyordu artistler. Sinema ekibi... Fikret Hakan, Figen Say... Bozkurtlar Geliyor çok kalabalık bir ekipti. Kermes'in açılışında film ekibi yürüyüşe katıldı film kostümleriyle. Ben gözümle gördüm onları. Biz de orada mağazadaydık, otelde kaldıklarını görüyorduk. Bozkurtlar Geliyor’un bir kısmı Eyüp Ağa'nın çiftliğinde çekildi. Koyun Köprü'nün orada Eyüp Ağa'nın çiftliğinde. Bir kısmı da Kozak’a giderken eski Kapukaya yolunda... Paşa Çeşmesi'nin oralarda. Ben yedi sekiz yaşlarındaydım bu filmler çekildiğinde. Biz de mağazada çalışırken sinemacıların bazı malzemelerini taşımalara yardımcı olmuştuk. Hatta rahmetli bir arkadaşımız var, o otelin kâtibinin oğlu İsmet diye bir arkadaş. Onunla birlikte biz de yardımcı oluyorduk. Kameralarını, bütün malzemelerini görüyorduk. Bir kısmı da Park Otel'de kalıyordu sinemacıların. Şimdi kapalı vaziyette o otel. Ama koruma altına alınmış. Tarihi olarak geçiyor. Bergama'nın en eski otellerinden olduğu için koruma altına alındı.”
“İki katlı bir oteldi ama ikinci katı boş, depo gibiydi. Alt kat otel olarak çalışıyordu. Orada kalıyordu artistler."


Bozkurtlar Geliyor
1967
“Fikret hakan bizim köylere gelip at arıyordu. At yok! Buradaki atlar cins at değil, küçük, çelimsiz. Bir tek bizim Kasap Abdürrahim'in atı vardı meşhur..."
Bergama köylerinden Aziziye ve Ayazköy’den de Bozkurtlar Geliyor’u hatırlayanlar, hatta filmde figüran olarak rol alanlar da anlatıyor o günleri:
Ahmet Akkaya: “Ahmet Beyler yoluna giderken, sağda bir ev var... Yokuşu çıkarken... Tarlada, tam yukarıda. Yukarıkırıklar köyüne dönmeden bir yol var, oradan girince birinci evler değil, düzdeki evler de değil, ta yukarıda tepeyi sardığında sağdaki ev... Orada kaldı onlar. O çiftlikte kaldılar.”
İrfan Devrim: “O filmde ben rol aldım. Figüranlardan birisiyim. Çekiliş tarihine bir bakmam lazım ama Bozkurtlar Geliyor filmi miydi, diye. Burada iki film çekildi. Bir de Bozkurtların İntikamı vardı. Onun da bazı sahneleri buralarda çekildi. 1967, ben 12 yaşındaydım. Figüran arıyorlardı, bulamıyorlardı. Kimse oynamak istemiyordu. Kardeşim ve Ayazköy'den iki çocukluk arkadaşım ile birlikte gittik. Para da kazandık o filmde. Hayatımda ilk paramı oradan kazandım. Biz dört kişiyiz, 5 lira verdiler bize.
Çok uzun süren provaları vardı. Meşelik dediğimiz yerde… Bir otağ, çadır filan kurulmuştu. Biraz düzlük, biraz tepelik yer var. Orada Fikret Hakanlar filan vardı. Fikret Hakan bizim köylere gelip at arıyordu. At yok! Buradaki atlar cins at değil, küçük, çelimsiz. Bir tek bizim Kasap Abdürahim’in atı vardı meşhur...
Meşelikteki çekimi hiç unutmuyorum. Saatler, günler sürdü oradaki çekimler. Böyle atlı bir grup geliyor. Bozkurtların gelişi herhalde. Biz köy meydanında oynayan çocuklarız... Kimisi baltayla odun kırıyor, kimisi başka bir şeyler yapıyor. O arada komutan geliyor. O sahnenin çekilmesi mesela çok uzun provalardan sonra olmuştu. Bir sahnede bir dansöz oynayacaktı. Bir yemek sahnesi miydi neydi... O zaman orası maksimum seyirci seviyesine ulaşmıştı. Hiç unutmuyorum. Hangi artistti bilmiyorum.
Fikret Hakan çok karakterli bir artistti. O gün herkese kumanya veriliyor, herkes aynı şeyi yiyor. Bergamalı bir köfteci ile anlaşmışlar. (Belkıs Sabancı Özıssı, yemeklerin kendilerine ait Kardeşler Restoran’dan arkası açık bir arabayla gönderildiğini hatırlıyor.-YT) Bir naylon torbanın içine köfte, biber, domates falan koymuşlar. Artistlere ayrı bir sofra hazırlanmış. Fikret Hakan o yemeği reddetti, bağırdı çağırdı. ‘Buna bizim hakkımız yok!’, dedi. Hepimiz onu takdir etmiştik o zaman bütün köylüler. Bizi köyden arabayla alıp, prova bittikten sonra tekrar geri getiriyorlardı. Bayağı üç beş gün devam etti. Bizim o günlerdeki kıyafetlerimiz zaten çok değişik olmadığı için aynı kıyafetle oynadık ama tabii daha büyüklere kaftan tarzı şeyler giydirilmişti. Çocuklara özel bir şey giydirildiğini sanmıyorum. 1967 yılından bahsediyoruz, zaten kıyafetler çok farklı değildi muhtemelen.”
Belkıs Sabancı Özıssı, film ekibinin babası tarafından eve davet edildiğini, bahçede hazırlanan masalarda hep beraber yenilip içildiğini söylüyor:
“Babam, rahmetli, içli dışlı olunca sanatçılarla eve davet etmişti yönetmeni ve sanatçıları. Bahçede masalar hazırlandı, yemekler tepsi tepsi… Hepsi gündüzden hazırlanıp geldi. Mahalleli sokakta… görmeye gelenler, resim çektirmeye gelenler… Tabii bizim bahçe karıştı. Yemek bile çok zor yendi. Bir de baktık ki koca otobüs mahalleye girdi ve çalışanların hepsi bizsiz olmaz deyip eve akın etti. Tabii bizde de film koptu. Hiç unutmam o geceyi. Sonra aradan bir zaman sonra bizi ailecek İstanbul’a davet ettiler. Tabi ben gitmedim ama annemle babam gitmişti. Yönetmen çok güzel ağırlayıp gezdirmiş iki gün. Hiç unutmuyorum.”



Bozkurtlar Geliyor ve Bozkurtların İntikamı filmlerinin bazı sahnelerinin çekildiği Maltepe Tümülüsü'nün havadan görünümü ve mezar odalarının giriş kısmı. 1959
Fotoğraflar: BERKSAV-Belleten/20
Balay Otel’in kapısında bekleşip imzalı fotoğraf toplamaya çalışan, Maltepe Tümülüsü’nde yapılan çekimlere oyuncuları görmek için koşturan genç kızlar vardı. Çekimlere gidenler, ‘Maltepe Mağarası’ndaki bir sahnede, Mehmet Ali Akpınar’ın ellerinden zincirlerle, kocaman kazıklara çarmıha gerilir gibi bağlandığını, bu sırada Fikret Hakan ve arkadaşlarının, Bergama’nın geleneksel kadın örtüsü siyah ‘kıvrak’ giydiklerini görmüşlerdi. Çevrede yaşayanlar, evlerinde yaptıkları tencereler dolusu yemeği sete götürüyor, oyuncular, teknik ekip ve çoluk çocuk Bergamalılar hep birlikte tümülüsün üstünde bu yemekleri paylaşıp yiyorlardı. Maltepe Tümülüsü aynı zamanda oyuncu Güven Erte’nin devamlı spor yaparken görülebildiği bir mekândı.
Çekimler Kapukaya ve İncecikler köyleri taraflarında yapılmaya başlandığında, tütün eken çiftçiler bir yandan işlerini yaparken bir yandan da o günkü setin hareketliliğini takip ediyorlardı. Tam da yeşil nohut zamanına denk düşen çekimleri izleyen kimi çocuklar oyunculara yeşil nohut satarak birkaç kuruş kazanıyor, kimi çocuklar da molalarda erik ve simit yiyen Aşkım Dilek gibi genç oyuncuları hayranlıkla seyrediyorlardı.
Müca Film ekibinin neredeyse iki ay süren Bergama macerası, geride iyi kötü yüzlerce, binlerce anı bırakarak 1967 yılının yaz aylarında bitmişti. Film ekibi İstanbul’a dönmüş, sinemalarda 1968 başlarında vizyona girecek filmin montajına başlanmıştı. Bergamalılar an be an tanıklık ettikleri çekimlerin sonucunu merak ediyor, filmde rol alan, figüranlık yapan yüzlerce insan kendini ve arkadaşlarını beyaz perdede görmek için sabırsızlanıyordu. Nihayetinde 1968 baharı yaza dönerken yazlık sinemalar açılmış ve Kermes Sineması, Bozkurtlar Geliyor filminin duyurularına başlamıştı. İlk gösterimin yapılacağı gün sinemada mahşerî bir kalabalık vardı. İzdiham sırasında Kermes Sineması’nın bazı camları kırılmış, neyse ki ciddi bir yaralanma hadisesi yaşanmadan, neşe içinde ve yer yer tezahüratlar eşliğinde film izlenebilmişti.
Çekime gidenler, 'Maltepe Mağarası'ndaki bir sahnede, Mehmet Ali Akpınar'ın ellerinden zincirlerle, kocaman kazıklara çarmıha gerilir gibi bağlandığını, bu sırada Fikret Hakan ve arkadaşlarının, Bergama'nın geleneksel kadın örtüsü siyah 'kıvrak' giydiğini görmüşlerdi.
Gömlekçi Mücahit Özçelik de, 1967’de tanık olduğu, oyuncularının bir kısmıyla tanışıp, Figen Say’ın bluzunu diktiği Bozkurtlar Geliyor filminin çekimlerinden bir yıl sonra 24 aylığına gittiği askerde filmi izleme ve hatta makinist olarak gösterme fırsatı bulacaktı. Ankara, Tandoğan’daki Merkez Komutanlığı’nda komutanlara gömlek dikerek askerliğini sürdüren Mücahit Özçelik, İstanbullu sinemacı bir askerin önerisiyle Yeni Mahalle’deki sinemalarda kurs alıp film makinesi kullanmayı öğrenmişti:
“O sinemalarda bir ay kadar kursa gittim. 1968-69 yılları... Killing diye filmler vardı o zaman. O filmleri oynatıyorduk. Sabahtan başlıyordu, akşama kadar... İyice öğrenmiştim ama sinema oynatmasını... Makinistliğim çok iyiydi o sıralar... Bana fragmanlar verirdi film şirketinin sahibi Refia Başar. Kuzey Vargın'ın teyzesiydi. Gelecek filmlerin fragmanlarını filmin başına bağlar oynatırdım. Hep de böyle Nuri Sesigüzellerin, şunların bunların bazı filmleri olurdu, onları oynatırdık. Askerler de duygulanırdı çünkü memleketleri gelirdi akıllarına. Hatta bizim Bergama’da çekilen Bozkurtların İntikamı mı, Bozkurtlar Geliyor mu, hangisiyse artık onu 16 mm’lik makinada Ankara'nın karakollarına götürürdüm göstermeye. Cebeci Karakolu, Çankaya, Dışkapı falan filan... Oralarda bizim inzibat karakolları vardı. 16’lığı pikap arabanın arkasına koyardık. Perdeyi askerî yemekhaneye kurardık. Zaten biz gelelim diye can atardı askerler. Biz gidelim de gece ders mers olmasın diye...
Hiç unutmuyorum bir gün Dışkapı'ya götürdüm. Orada da Orhan Şentürk vardı. Deveci Orhan… Bergamalı, orada asker. Biz samimiyiz, mahalleden arkadaşız, evlerimiz de duvar duvaraydı. Orhan Şentürk var diye hususi kaç defa film götürdüm oraya. Bir gün oraya film götürürken anlatayım başıma geleni. Götürdüm, masaya koydum. Nöbetçi subayı da orada. Hususi gidip, film şirketinden Bergama filmini almıştım Orhan var diye. Bozkurtların İntikamı filmi... Filmdeki figüranları filan hep tanıyoruz tabii. Hakkılar falan vardı. Bir sürü Bergamalı... Biz bakıyoruz filme, hoşumuza gidiyor tabii. Atlıyorlar matlıyorlar... Film bir anda yanmasın mı? Har dedi yandı. Yanan türden bir filmmiş. Ben de bilmiyorum öyle olduğunu. Eyvah eyvah! Yarıda kestik filmi. Hadi gari, ben tutanak yaptırdım filme. Nöbetçi subayına ‘Oynarken yandı film’ dedik. Aldım getirdim Merkez Komutanlığı’na. Ertesi gün generale çıktım, anlattım, böyle böyle, dedim. O da bana, ‘Dışkapı tarafında ana tamir fabrikası var, albaya söyle, oraya götür yaptır.’ dedi. Gidip söyledim albaya. ‘Sen nerelisin?’, diye sorunca, ‘İzmirliyim.’ dedim. Meğer o da İzmirliymiş, ‘Ooo! Hemşeriyiz seninle.’ dedi. Beni sevdi albay. ‘Tamam, sen bırak, içerideki subaylara teslim et.’ dedi. Teslim ettim, yaptılar, sonra geri aldık makineyi.


Mücahit Özçelik, askerliğini
yaparken kullandığı film makinesiyle... 1968-69
Fotoğraf: Mücahit Özçelik arşivi



Mücahit Özçelik'in askerlik arkadaşı Cezmi Baskın Vizontele filminde bir sinema işletmecisini canlandırmıştı. Fotoğraflar: Yücel Tunca-2000
Bir de o filmde oynayan, şimdi ismini unuttuğum bir çocuk vardı, o da Merasim Bölüğü'nde askerdi. Sonra çok meşhur oldu. Ama ismini unuttum bak. Televizyonlarda falan çok görüyorum. Çiçek Taksi'de de oynadı hatta. Güneydoğu’da geçen bir sinema filmi vardı… Vizontele... Yılmaz Erdoğan'ın... O filmde de oynuyordu. Esmer bir çocuk... Zayıftan böyle... Hafif bıyıklı... Neyse hatırlayamadım şimdi adını. Merasim bölüğündeymiş o sırada. Bana dedi ki geldi ‘Ya ben burada tiyatro oynatmak istiyorum. Benim bölükte yetenekli çocuklar var, onlarla tiyatro yapmak istiyorum.’ dedi. ‘Valla olur, gidelim komutana söyleyelim.’ dedim. Bizim yüzbaşıya gidip ‘Komutanım tiyatro yapmak istiyor bu.’ dedim. Kendisi de albaydan izin almış zaten. Sinema da subay aileleri için yeni yapılmıştı, güzel bir sinemaydı. Komutan da ‘Tamam.’ dedi. Nevresim bezlerini aldı, duvarlar yaptı onlardan, dekor yaptı. Sahne de biraz yüksek. Sonra bunlar o sahnede başladılar oynamaya, ben de her gün seyrediyorum. ‘Sen,’ dedim ‘niye tiyatroda yükselmedin?' ‘Eğitimini aldım ama…’ dedi... Hah! Şimdi buldum ismini! Cezmi Baskın! Hah! Yüzde yüz o! Şimdi çözdüm. ‘Ben bunun eğitimini aldım ama tam bitirmedim üniversiteyi.’ dedi. Hocasının da Yıldırım Önal olduğunu söyledi o zaman.
Konservatuvardan. Neyse... Ben her gün bunlarla beraberim. Muhabbet ediyoruz falan. Yine bir gün geldi ‘Ya gidip Yıldırım Önal'ı alıp getirelim buraya da, bizi, provayı seyretsin.’ dedi. ‘Hadi bakalım, tamam.’ dedim ben de. ‘Sen bana araba ayarlasana.’ deyince hemen gidip yüzbaşıdan araba istedim. ‘Yıldırım Önal'ı getireceklermiş.’ dedim. ‘Tamam, ama bak,’ dedi ‘söyleyeyim sana, çok içki içiyor o, sarhoş sarhoş getirmeyin buraya.’ ‘Tamam, komutanım.’ deyip, atladık bir jipe, gittik getirdik bizim sinemaya. Orada oturdu ön tarafa Yıldırım Önal. Hiç unutmuyorum... Oturdu seyretti bunları. Bir iki taktik verdi bunlara. Perdeyi aşağı indirin küçülsün sahne, filan dedi. Beğendi ama bunları. Aralarda müzik olması gerekiyor tabii. ‘Eee, müzik nasıl olacak?' diye sordu bana. Ben hemen ‘Hallederiz!' dedim. Gittim, film aldığım şirketin sahibinin kocası Ankara Radyosu’nda genel müdür yardımcısıydı, Hilmi Başar diye biri. Hiç unutmuyorum onu da... Anlattım ona. ‘Ben bir telefon edeyim, sen gidersin teyp ile, verirsin, onlar sana kaset doldururlar.’ dedi.


Vizontele
2000
Gitmişken stüdyoları filan da gezdim tabii. Çok güzel müzikler doldurmuşlar bana. Getirdim müzikleri, çaldık, çok hoşlarına gitti bizim tiyatrocuların. Sonra bütün subaylar duymuş, gelip benden kasetlerine müzikleri çekmemi istediler hep. Onların kasetlerini de doldurdum. Böyle çok güzel anılarım oluyordu sinemada. Askerliğin sonuna kadar böyle sinemacı olarak geldim. Bana sertifika bile verdiler sonra.
Bergama’ya dönünce devam etmedim bu işe çünkü Bergama'da yerleşmiş bir düzen vardı zaten. Eski sinemacılar devam ediyorlardı işlerine. Askerde öğrenmiş kişi olarak burada bir şey yapmak doğru olmazdı.”
YEŞİLÇAM'IN BERGAMAYA AKINI DEVAM EDİYOR
Bergama’da haftalarca tozu dumana katanlar belli ki Nihal Atsız’ın hayallerindeki bozkurtlar değildi ama gelenler her türlü sansasyon ve heyecanı da yanlarında getiren öz be öz Yeşilçam insanlarıydı. Üstelik sadece bu iki film ile geçip gitmeyeceklerdi Bergama’dan. 1967 yılında yayınlanan bir gazete haberinin başlığında denildiği gibi ‘Yeşilçam’cılar Bergama’ya Akın Ediyor’lardı:
“Yeşilçamcı’lar Bergama’ya akın etmeye başlamışlardır. Bir süre önce çeşitli söylentilere sebep olan Bozkurtlar Geliyor filminden sonra şimdi de Bergama’nın meşhur Asklepion’unda Kara Davut’un çevrilmesine başlanmıştır.
Kara Davut filminde Kartal Tibet, Sezer Güvenirgil, Yılmaz Köksal, Suphi Tekniker, Semiramis Pekkan, Devlet Devrim ve Tanju Gürsü oynuyorlar.”


Kara Davut
1967

Kara Davut filminin tanıtım fotoğraflarından... 1967

Kara Davut filminin tanıtım fotoğraflarından... 1967

Kara Davut filminin tanıtım fotoğraflarından... 1967

Kara Davut filminin tanıtım fotoğrafları.
1967
Daha önce 1953 yılında Cüneyt Gökçer, Altan Karındaş, Atıf Kaptan ve Muhterem Nur’un oynadığı ve Mahir Canova’nın yönettiği Kara Davut, bu kez Arzu Film tarafından, Tunç Başaran’ın yönetmenliğinde çekiliyordu. Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun aynı adlı eseri ile Alexandre Dumas’ın Üç Silahşörler adlı eserinin harmanlanmasından oluşan senaryosu Sadık Şendil tarafından kaleme alınmıştı. Filmde, Davut’un ve üç arkadaşının Germiyanoğlu Beyliği döneminde geçen maceraları anlatılıyordu.
(...) filmin özellikle Asklepion tiyatrosunun önündeki sütunlu yolda geçen yaklaşık 6 dakikalık kısmındaki kılıçlarla dövüş sahnesinin naifliği gerçekten görülmeye değer.
Kara Davut, Bozkurtlar Geliyor ve Bozkurtların İntikamı filmleri gibi büyük bir iz bırakmaz Bergamalıların hafızalarında. Anlaşıldığı kadarıyla kısa bir bölümü Bergama’da çekilen filmin özellikle Asklepion tiyatrosunun önündeki sütunlu yolda geçen yaklaşık 6 dakikalık kısmındaki kılıçlarla dövüş sahnesinin naifliği gerçekten görülmeye değer.
Bergama’da çekilen bazı başka filmlere tanıklık eden, tanıklığın ötesinde çekimlerde bizzat yer alanlar arasında, daha önce de adını andığımız, Sümerbank Bergama Tekstil Fabrikası’ndaki mesai saatlerinin dışında kalan zamanını Cavit Sarsılmaz’ın sinemalarında geçiren Cengiz (Efe) Kızılık da bulunuyor. Cengiz Bey, “1962’de” diyerek tarih verip anlattığı, Yavuz Yalınkılıç rejisörlüğünde çekilen Kahraman Üçler Geliyor filminden bahsediyor:
“Alan Değirmeni’nde Kahraman Üçler Geliyor diye Birsen Menekşeli ve Can Gürzap ile film çevirdim. Kendi atımızla katıldık. Arabacılık da yapıyordum o

Kara Davut filminden... 1967

Kara Davut filminden... 1967

Kara Davut filminden... 1967

Kara Davut filminden... 1967

Kara Davut filminde
Asklepion sahneleri
zamanlar. 1962’de… Birsen Menekşeli ile beraber çevirdiğimiz filmi Yavuz Yalınkılıç diye bir rejisör çekmişti. O bana ‘Gel seni İstanbul’a götüreyim. Hiç olmazsa meşhur bir artist ol.’, dedi. ‘Kusura bakma Yavuz Bey, benim bakacak annem var, babam var. Ben bunlardan ayrılamam.’ dedim. Gitmedim.”


Kocatepe'nin Üç Süvarisi
1964
Cengiz Bey’in sözünü ettiği film, Kurtuluş Savaşı’nın Büyük Taarruz olarak bilinen aşamasının başladığı Afyon, Kocatepe’deki bir öyküyü anlatıyordu. 1964 yapımı film, Afyon yerine Bergama civarında çekilmişti. Cengiz Bey’in Kahraman Üçler Geliyor şeklinde hatırladığı filmin asıl adı Kocatepe’nin Üç Süvarisi olmalı. Kaya Ererez’in görüntü yönetmenliği yaptığı, Yavuz Yalınkılıç’ın yönettiği filmde Birsen Menekşeli’ye, Can Gürzap değil, Yıldırım Gencer başrol oyuncusu olarak eşlik ediyordu.
Kocatepe’den başlayan taarruz aslında Yeşilçam’ın ilgisine ilk defa mazhar olmuyordu. Hüsamettin Işın’ın Kocatepe’nin Beş Atlısı adlı eserinden 1952’de Nusret Eraslan yönetmenliğinde eserle aynı ismi taşıyan ilk uyarlama film yapılmış, sonrasında ikinci film, 1960’ların tarihi filmler furyasında bu kez Cengiz Kızılık’ın da figüran olarak dahil olacağı Kocatepe’nin Üç Süvarisi adıyla Bergama’da çekilmişti.
Cengiz Bey, figüranlık yaptığı bir başka filmi daha hatırlıyor ancak oyuncular, mekân ve filmin isminde çelişkiler var. “Sonra Ayhan Işık da geldi buraya. Kale’de Bağrıyanık filmini çekti. Saltuk Kaplangı da vardı. Orada da oynadım, figüranlık yaptım.” diyor Cengiz Bey. Bağrıyanık, 1959 yapımı; Baki Çallıoğlu tarafından yönetilmiş ve müzikleri yapılmış. Saltuk Kaplangı, Özcan Tekgül, Fatma Girik ve Kemal Edige’den oluşan bir başrol kadrosuna sahip. Kadrosunda Ayhan Işık’ın yer almadığı film, sokaklarda karpuz satan bir üniversite öğrencisi ile onun aşık olduğu fakir kızın hikâyesini anlatıyor. Bu filmin İstanbul’da çekildiğine dair çeşitli bilgiler mevcut. Öte yandan oyuncularının arasında hem Ayhan Işık’ın, hem de Saltuk Kaplangı’nın yer aldığı sadece iki film biliniyor: 1962 yapımı olan Küçük Hanım Avrupa’da ve 1966 yapımı olan Şoförün Kızı.
Aradan geçen onlarca yıl belki de kaçınılmaz biçimde bazı yanlış hatırlamalara neden oluyor. Fakat Cengiz Kızılık’ın net olarak hatırladığı bir sahne tecrübesi de var:
“Avni Dilligil Tiyatrosu da gelmişti buraya. İstiklal Meydanı’nın arkasındaki garajın olduğu yer Yıldız Sineması’ydı. O sinemada oynadılar. Gündüzden konuştuğumuzda, ‘Sana görev vereceğim.’ dedi Avni Bey. Onun piyesinde garson rolü yaptım. Onlar ne söylediyse aynen tatbik ettim. O zaman o da bana ‘Oğlum, sen çok yeteneklisin. Niye bizimle gelmiyorsun? Gel bizimle.’ dedi. Gitmedim yine. Gitmiş olsaydım Münir Özkul kadar olabilirdim yani.”


Yorgun Savaşçı
1993


Ateşten Günler
1987
Bergamalılar kasabalarına yeni bir film ekibinin gelmesini 1970’lerin sonuna kadar bekleyeceklerdi. Kendilerini bu kez büyük bir prodüksiyonun içinde bulan Bergama halkı, Kemal Tahir’in aynı adlı eserinden TRT için uyarlanan, Halit Refiğ’in yönetmen koltuğunda oturduğu 8 bölümlük Yorgun Savaşçı dizisine tüm imkânlarıyla, atlarıyla, çerez tezgâhlarıyla ve bizzat kendileri figüran olarak dahil olacaklardı.
Bazı sahneleri Topçu Kışlası’nda, bazı bölümleri de Asklepion’da çekilen, Can Gürzap ve Meral Orhonsay’ın başrollerini oynadığı dizi filmde, kaymakam karakterini canlandıran Ali İhsan Güngül başta olmak üzere birçok Bergamalı rol aldı. Bilgin Yasa, Ogün Sarsılmaz, Mehmet Tevfik Olur’un çok iyi hatırladığı filmin setinde, lojistik destek olarak Nejat Simit de yer alıyordu:
“BMC-TM25 model bir aracımız vardı o günlerde. Bergama'daki birkaç nakliye aracından birisiydi. Film ekibi geldi, ‘Marangoza gidilecek, şuradan şu getirilecek.’ diyerek bizi kiraladılar. 15-20 gün boyunca her gün farklı yerlere gidilip, tarihi yerlerde çekimler yapıldı. Güzellik Ilıcası’nda, Asklepion’da, Akropol’de... Ekip, Güzellik Ilıcası, Kleopatra tesislerindeydi zaten. Rejisör dahil set ekibi orada kalıyordu. Hatta onlara çarşıdan getirilecek olan şeyleri ben getiriyordum. Film çekildi ama biz onu izlemeyi beklerken filmin bir şekilde toplatıldığını duyduk. Ve sanırım yakıldı. 12 Eylül 1980 dönemiydi.”
Tam da Nejat Simit’in söylediği gibi olmuştu. Dönemi için 40 milyon TL’lik oldukça büyük bir bütçeye sahip olan dizinin 35 mm’lik film bobinleri 12 Eylül Askeri Cuntası tarafından yakılarak imha edilmişti. Filmin yakılma gerekçeleri arasında Atatürk ve Kurtuluş Savaşı karşıtı bir yapım olması, Çerkes Ethem'in kahraman olarak sunulması ve askerlere kötü lakap takılması gösterilmişti.
1987 yılı yapımı Ateşten Günler adlı TRT dizisinin de bazı sahnelerinin Bergama’da çekildiğini söyleyenler olmasına karşın doğrulamasını yapacak bir kaynağa ulaşamadığımız için bunu doğrulayan başka bilgiler bulana kadar burada kısa bir not olarak dursun. Yorgun Savaşçı ve Ateşten Günler dizilerinin birbiri ile karıştırılıyor olma ihtimalini de göz önünde tutmakta fayda var. Çünkü TRT için çekilen her iki dizi de Osmanlı’nın son dönemlerini anlatıyor, her iki dizide de Can Gürzap oynuyordu.


Küçük Hanım Avrupa'da
1962


Şoförün Kızı
1965
Dönemi için
40 milyon TL'lik, oldukça büyük bir bütçeye sahip olan dizinin 35 mm'lik film bobinleri Askeri Cunta
tarafından yakıldı.
DÜŞ GEZGİNLERİ
VE
VAY BAŞIMA GELENLER
Sinemalarda oynadığı günlerde tüm Türkiye’de küçük çaplı da olsa bir infial yaratan Düş Gezginleri’nden de bahsedelim. Atıf Yılmaz’ın çok tartışılan filmi Düş Gezginleri’nin kayda değer bir kısmı da Sefa Taşkın’ın Bergama Belediye Başkanı olduğu dönemde Bergama’da çekilmişti.
1992 yapımı filmde, Nilgün isimli kadın doktorla bir genelevde seks işçiliği yapan Anjelik takma isimli Havva'nın öyküsünü anlatılıyordu. Meral Oğuz ile Lale Mansur’un başrollerini paylaştıkları film hakkında sinema eleştirmeni Atilla Dorsay Cumhuriyet gazetesinde şunları yazmıştı:
“Düş Gezginleri, Atıf Yılmaz'ın hakkını vermeli, kimsenin gözünün yaşına bakmadan, toplumun yerleşik değer ölçülerini filan takmadan, sözünü sonuna dek giderek söyleyen ve bize açıkça lezbiyen bir aşk öyküsünü tam bir açık sözlülükle anlatan bir film. Bu açıdan, bu konuda bu denli dürüst ve açık bir filmi henüz yapmamış olan batı toplumları için bile ilginç, giderek çarpıcı bir film sayılabilir.”

Blue Journey - 02 Kelebekler Vadisi
Serkan L. Karaman

Düş Gezginleri filminden...
1967


Düş Gezginleri, İtalya’nın Torino kentinde 1994 yılında düzenlenen Gay ve Lezbiyen Film Festivali’nden ödül alamadan dönmüş olsa da uluslararası bir eşcinsel film şenliğine katılan ilk Türk filmi olmuştu.
1992 Antalya Film Şenliği’nin en beğenilen filmlerinden biri olan Düş Gezginleri bu festivalden de ödülsüz dönünce "filmin kötü örnek oluşturabilecek içeriğinden dolayı" ödül alamadığı yazılıp çizildi. Diğer yandan filmin başrol oyuncularından Lale Mansur Antalya’dan "En İyi Kadın Oyuncu" olarak Altın Portakal ödülü ile dönecek, bir yıl sonra da diğer başrol oyuncusu Meral Oğuz Ankara Film Şenliği’nde "En İyi Başoyuncu" seçilecekti.
90’lı yıllar boyunca toplumsal tabuları gündeme taşıyarak tartışma yaratan filmler yapan Atıf Yılmaz, Bergama’da çekeceği sahneler için mekân arıyordu. Film ekibine baştan itibaren yardımcı olan Sefa Taşkın, Abacıhan Sokak’taki, bir vakitler Bolşevik Cavid’in işlettiği sinemanın üst katında olan evlerini kullanabileceklerini söyledi Atıf Yılmaz’a:
“Atıf Bey geldi, yardımcı olmak lazımdı, başımızın üstüne dedik. Bizim evde çekmelerini sağladık bazı sahneleri. Önce bana ‘Sen senaryoyu okudun mu?', diye sordular. ‘Ne olursa olsun!', dedim. Belediye olanaklarıyla da çok yardım ettik onlara. Sonra Atıf Bey giderken teşekkür etmek için uğradı. ‘Biz bu filmi çekerken arkamızda görünmeyen bir güç olduğunu hissettik ama hiçbir işimize de karışılmadı.’ dedi. ‘Bizim politikamız bu.’ dedim ben de kendisine.”


Düş Gezginleri
1967
“Çok yardımcı oldular bana. Belki ileride meşhur olurum diye fotoğraf falan çektirdiler."
Filmin ödüllü oyuncularından Lale Mansur, Kaos GL’den Çağlar Yerlikaya’ya 2009 yılında verdiği röportajda film öncesinde Bergama’da yaptığı hazırlıkları şöyle anlatıyordu:
“Film Bergama’da çekilecekti. Film çekilmeden 1,5 ay önce yer bakmak için, Bergama’ya gidiyorlardı. Ben de peşlerine takılıp Bergama’ya gittim. Ve orada bir genelev vardı, izin aldık çünkü izinsiz girilmiyor. Sabahları gidiyordum, öğleden sonraya kadar orada onlarla beraber oturuyordum. Çok fazla şey anlattılar bana, çok fazla şey soramıyordum. Çünkü ne deseniz gaf yapma ihtimali çok yüksek olduğu için, ya da kırıcı olabilir, kendilerini kötü hissedebilirler diye. Böyle tek tük, hani bir odada iki yatak olur mu olmaz mı, çünkü senaryoda öyle; işte öyle mi böyle falan, zaten oraya gidince sorulacak soruların çoğu düşüyor kendinden, oradaki durumu görünce.
Çok çok acıklı hikâyeler dinledim, hiç unutmadım dinlediğim şeyleri orada. Çok tuhaf. Boğazımda bir düğümle geliyordum akşamüstü otele ve sanki ağlarsam onlara haksızlık edeceğim diye ağlayamıyordum da. Yani kilitlenip kalıyordum böyle. Çok yardımcı oldular bana. Belki ilerde meşhur olurum diye fotoğraf falan çektirdiler. ‘Sen okumuş yazmış bir kadınsın yani, niye doktoru oynamıyorsun, niye orospuyu oynuyorsun?’ diye sordular. Ben dedim ki, ‘Bu kadının karakteri daha yumuşak, daha yakın bana. En baştan kendi karakterimin zıttı bir şey oynamaktansa kendimi daha yakın hissettiğimi oynuyorum.’ dedim. O yüzden çok sevmişler.”
Düş Gezginleri’nin bir sahnesi de, birazdan detaylı biçimde ele alacağımız, eski Yahudi Mahallesi’ndeki Şen Sineması’nda çekilir. Çocukluk yıllarında iki yakın arkadaş olan doktor Nilgün ile seks işçisi Havva’nın yıllar sonra yeniden ve fakat farklı duygularla bir araya gelmelerinin ardından film seyretmeye gittikleri sahnede Şen Sineması’nı, ahşap mavi koltukları, ışıklı perdesi ve ahşap büfesiyle görürüz. Nilgün ve Havva sinemadan çıkıp Zeytin Dede Sokak’ta yürürken günübirlik bir tatile çıkmaya karar verirler. Bu kısa tatillerinde Asklepion’da gezerler, Nilgün Havva’ya Bergama’nın tarihi hakkında popüler bilgiler aktarır. Çocukluk hatıralarına döndükleri sahnelerde ise ya Kale Mahallesi’nin sokaklarındadırlar ya da Bergama Müzesi’ndeki heykellerin önünde… Filmin ilerleyen bölümlerinde kasabada çıkan dedikodular ve giderek artan tacizler nedeniyle Bergama’dan ayrılmaya karar veren Nilgün ve Havva İstanbul’a gitmek için otobüse binerler. Akasya Park’ın bulunduğu tepeye yerleştirilmiş kamera otobüsün Kızıl Avlu’nun önünden geçerek uzaklaştığını gösterir.


Vay Başıma Gelenler filminin fragmanı.


“Bizim filmin bazı sahneleri kurguda atıldığından figürasyonda olup da kendini görmek için sinemaya giden birçok arkadaş hayal kırıklığına uğradı."
Düş Gezginleri’nden sonra 20 yıl boyunca belgesel sinemacılar dışında herhangi bir uzun metrajlı kurmaca film ekibi Bergama’ya uğramayacaktır. Ta ki bir gün Hüsnü Şenlendirici’ye film müziği yapması için teklif telefonu gelene kadar… Yönetmen ve senarist Semra Dündar ile İstanbul, Cihangir’de buluşan Şenlendirici projeyi dinledikten sonra elinden geleni yapacağını söyler. Tokalaşıp ayrılmalarından 20 dakika sonra Semra Dündar yeniden arar Hüsnü Şenlendirici’yi ve bu kez başrolü teklif eder. 2013 yapımı Vay Başıma Gelenler’in bundan sonrasının hikâyesini anlatmayı Şenlendirici’ye bırakalım:
“20 dakika sonra Semra yine aradı. ‘Hüsnü Bey bir şey soracağım. Filmimizde başrol oynar mısınız?' dedi. ‘Yavaş gel Semra!’ dedim. Sonra senaryo geldi, okudum ettim. O dönemde devamlı dışarıdaydım, Bergama'ya o kadar sık gelemiyordum. Çekimler Bergama'da olacak ya... ‘Oh ne güzel!' diyorum, ‘Bergama'da olacağım.’ Ama Bergama'yı göremedik ki! 24 saat çekim yaptık. Beynimiz döndü. 30 günde çektik 3 ayda çekilecek filmi. Bergama var diye girmiştim o işe ben.”
27 Haziran 2013 günü Bergama’daki La Bella Otel’de yapılan basın tanıtım yemeği ile Vay Başıma Gelenler filminin çalışmaları başlamış oluyordu. Filmin yönetmeni Semra Dündar basına yaptığı açıklamada “Bergama UNESCO'nun aday listesinde yer alıyor. Ancak, bu süreçte özellikle bu kentte yaşayan herkesin konuyla ilgili farkındalığının ve bilincinin artırılmasına yönelik gerçekleştirilecek eğitim çalışmaları oldukça önemli. Çekeceğimiz filmde bu konuyu ele aldık. Umarım faydalı olabiliriz." derken, hemen ardından Hüsnü Şenlendirici de şunları söylüyordu: "Benim memleketimde benden habersiz böyle bir şey olup içinde olmasaydım çok alınırdım. Projede olmaktan mutluyum.”
Çekimler tamamlanıp da filmin vizyona girmek üzere olduğu haberi 11 Eylül 2013 tarihli Yeni Asır gazetesinde “Bergama’dan sinemaya Vay Başıma Gelenler” başlığıyla verilmişti:
“Eski Yeşilçam filmleri tadında çekilen Vay Başıma Gelenler, 11 Ekim'de izleyiciyle buluşuyor. Filmde Bergamalı klarnet sanatçısı Hüsnü Şenlendirici de rol alıyor.
Çekimleri İstanbul'da ve İzmir'in Bergama ilçesinde yapılan, Hüsnü Şenlendirici, Metin Keçeci, Merve Altınkaya, Sinan Bengier, Levent İnanır, Abidin Yerebakan, Müge Oruçkaptan ve Hüseyin Elmalıpınar'ın rol aldıkları Vay Başına Gelenler, özlenen Yeşilçam klasikleri tadında 11 Ekim’den itibaren vizyona girecek. İlk kez bir sinema filminde yer alan ünlü klarnet virtüözü Hüsnü Şenlendirici'nin oyunculuğuyla herkesi şaşırtacağı filmde, Murat ve Meto adlı iki kankanın maceraları, komedi dozu yüksek bir dille anlatılıyor. Filmde Metin Şentürk de konuk oyuncu olarak yer alıyor.”
Medyada zaman zaman gündem oluşturan filmin bir sahnesi Mehmet Tevfik Olur’un oğluna ait poligonda çekilmişti. Atış müsabakalarının olduğu bir güne denk düşen çekimi Mehmet Bey anlatıyor:
“Bir minibüs geldi. Filmde oynayan Metin indi içinden. ‘Hoş geldin.’ dedik. Benim oğlan ‘Baba bunlar burada bir sahne çekecekler.’ dedi. Millet de sırada, ‘Eee biz ne olacağız?' filan gibi söyleniyor… Sonra poligona çıktık. Benim tüfeği verdik. Kadın bir yönetmen… Tüfeği yere düşürdü! Tutmayı bilmiyor daha. İş uzadı, iki buçuk saat sürdü. Tekrar tekrar tekrar… Ben de başlarında duruyorum. Oğlan geldi benim, ‘Bakın bekleyen insanlar var, isyan ediyorlar. Bir aktivite var, engelliyoruz onları.’ diyerek söylenince ancak o zaman bitirdiler çekimi.”
Diğer filmlerde olduğu gibi Vay Başıma Gelenler filminde de Bergama’dan birçok insan figüran olarak kamera karşısına geçti. Onların heyecanlarını yine Hüsnü Şenlendirici anlatıyor:
“Bizim filmin bazı sahneleri kurguda atıldığından figürasyonda olup da kendini görmek için sinemaya giden birçok arkadaş hayal kırıklığına uğradı. Kimi karısını götürdü, kimi babasıyla gitti falan... Aaa! Sona kadar beklediler. Bir saniye görünseler tamam! Yok ama, birçoğu yok, kesilmiş! Belediyenin şoförü Celil, bir dikiliyor filmde benim önüme... Öyle bir tip adam. Onu şimdi devamlı görüyorum burada. Gördüğümde de hep film aklıma geliyor.
“Benim memleketimde benden habersiz böyle bir şey olup içinde olmasaydım çok alınırdım. Projede olmaktan mutluyum."

Blue Journey - 01 Kadıkale
Serkan L. Karaman
Bergama’daki, etrafımdaki arkadaşlar sete ziyaretime gelmişler, bir anda jandarma oluveriyorlar sahnede. Yakın arkadaşım Veli var, çocukluk arkadaşım. O da yanımda devamlı. Bunlar jandarma olmak durumunda kaldılar bir sahnede. Bir de yaverim var o zaman birlikte çalıştığım. Bülent. Asistanım. Bunlar ikisi gitti sakalları falan da kestiler tabii mecbur. Sakallar bıyıklar gitti, bir geldiler böyle... Hatta bir iki fotoğraf çekildik esprili bir şeyler. Çekti bunlar sahnelerini. Kimlik kontrolü yapıyorlar, konuşmuyorlar ama. Sonrasında başka bir sahne çekilirken yolu tutmak gerekti. Veli, ‘Ben tutarım yolu.’ dedi, gitti. Gitti, orada yolu tutuyor. İlk gelen araba karpuz yüklü, bostan yüklü bir araba... Veli ‘Dur!' deyince kamyon şoförünün eli ayağı dolaşıyor. Jandarma kıyafetinde ya bizim Veli. ‘Nereden geliyorsunuz?' diye soruyor onlara. ‘Komutanım…’ diye cevap vermeye kalkınca uyanıyor duruma bizim Veli. Başlıyor ondan sonra, ‘Nereden getiriyorsun bu karpuzları sen?' ‘Komutanım öyle böyle...’ diyor kamyoncu. ‘Haa!', diyor Veli, ‘Bak çekim yapıyorlar burada, ver bakalım oradan üç-dört karpuz bize.’ diyor, alıyor karpuzları! Sen de görsen jandarma zannedersin adamı. İşin kötü tarafı, onun sahnesi de yayınlanmadı!
Hatta bir defasında da bizim mahalleden bir çocuk bizim arabanın önüne geçti. Ekip otobüsüyle Ayvazali tarafından, Asklepion'dan aşağı doğru iniyoruz. Bizim Deli Şahin arabayla bir kesti otobüsün önünü. ‘İnin arabadan!' diyor. Allahım yarabbim! Ben diyorum bizim ekiptekilere ‘Durun mahalleden bizim, ben konuşurum.’ Onlar da ‘İnmeyin Hüsnü Bey!' diyorlar. ‘Ya durun bir dakika!' deyip indim sonunda. ‘Ne oldu Şahin?', dedim. Meğer ‘Ben niye mezar sahnesinde yokum?' diye soruyormuş. Çünkü bizim Şahin’in işi o, mezarcı. O sahneyi çektiğimizi duymuş. Niye ben yokum, diye kızıyor.
Sinema değişik bir kafa. Deli işi bence oyunculuk. Yani bir sahnede bakıyorum mesela azıcık sıcak olduğu zaman hemen vantilatör geliyor, klimalar açılıyor. Müzik sahnesinde öyle değil. Belli bir saatte bitiriyorsun, iniyorsun sahneden. Sinemada böyle bir şey yok. Sabah 6! Öyle canlı bir sahne çekmemiz lazım ki ama ölüyoruz, elim kolum kalkmıyor yani o saatte. Sıcak havalarda mesela, asfalt öyle sıcak ki... Ki ben sıcağa hiç dayanamam. Sıcaktan asfalt erimiş, ayağımı bir çekiyorum ayakkabı orada kalıyor yapışıp. O ışıkçıların hali... Prodüksiyon ekibi hele! Neler gördüm ben! Uçan adam gibiler! Levent Kırca öyle bir film çekmişti hani. Bizim prodüksiyoncu aynı Levent Kırca gibiydi. Yapmadığı şey kalmadı adamın. Uçtu, atladı, zıpladı... Hele bir gün yağmur sahnesi çekiyoruz. İçeride yaşlı bir amca var bağlarda. ‘Defolun gidin gari evimden!' diye bağırıyor. Adam hasta, ölecek! Adam oradan saydırırken biz burada duygusal sahne çekiyoruz. Yağmur yağacak... Bir süzgeç de mi bulamadınız? Bayağı merdivene çıkıp hortumla su sıkıyor prodüksiyonun elemanı. İzliyorum da şimdi, ‘Böyle şey mi olur abi!', diyorum kendime. Bu yüzden diyorum, deli işi, diye. Çok fena çok! Zaten her filmin içinde, arkada süren başka bir film daha var yani. Her filmde var hem de.
Filmdeki kızla duygusal bir sahne çekeceğiz. Yakınlaşacağız. Öpmeye yelteneceğim ben. Sonra yanağını öpeceğim. Öyle bir sahne var. Tahtalı'nın oradaki taş köprünün ilerisinden yürüyerek geliyoruz. Sonra oturuyoruz taş köprü üzerine. Derken, bütün replikler tamam, her şey güzel... Her şey doğru. Tam bitecek o sahne... Bizim mahalledeki Atilla'nın oğlu, tam benim böyle façamda kalmış; karşıdan parmak sallıyor, uzaktan sırıtıyor bana. Ben koptum tabii gülmekten, bıraktım kendimi. Sonra on kerede çekemedik o sahneyi. Her seferinde o noktaya gelince onun yüz ifadesi aklıma geliyordu, başlıyordum gülmeye.
Birkaç önemli güzel sahne vardı, düğün sahneleri falan. Çarşıdan da birçok detay çekilmişti ayrıca. Kısaltmak zorunda kaldılar süre mevzusundan dolayı. Koymadılar onları filme. Müzikte de vardır o. Mix ve masteringden sonra bir şeyler değişir mutlaka.
“Sinema değişik bir kafa. Deli işi bence oyunculuk."


Dondurmam Gaymak
2005
Bizim film 12 kere mi ne oynadı televizyonda. Bütün bayramda seyranda hala veriyorlar. Belki daha bile fazladır. Tam halk filmi oldu.
Ben de bizim klarnet kampını çekmek için hazırlanıyorum. Birçok arkadaşım var, yardım alırım onlardan çekmek için. Aynen Dondurmam Gaymak'taki gibi gerçek kişileri oynatmak istiyorum. Arada misafir oyuncu da olabilir belki. Çok ünlü birilerini koyabilirim, bir an arabada taksi şoförü olur mesela. Müzik işi zaten bizde. Türk filmlerinde işin en kötü tarafı ne biliyor musunuz? En sona yazıyorlar, ‘Aaa! Müzik de vardı sahi!' diyerek. Sen 1 milyona film çekerken 10 bin liraya müzik yaptırıyorsan, yazık ettin demektir zaten o 1 milyona da. Onu hâlâ idrak edemediler. Hâlâ farkında değiller yani. Ya da biliyor ama işlerine gelmiyor olabilir. ‘Ya şunun kankisi var, ona yaptırırız.’ diyorlar. Bu işi düzgün yapanlar da var tabii ama çok az onlar.”
Vay Başıma Gelenler son zamanlarda Bergama’da çekilen son film olur. Fakat geriye doğru dönüp baktığımızda sözünü ettiğimiz tüm bu yapımlar dışında, net bilgi sahibi olmadığımız başka film çekimlerinin de yapıldığını söyleyenler olduğunu da görüyoruz. Örneğin İlhan Çarpıkoğlu, Yılmaz Güney’in Beyaz Atlı Adam filminin 1965 yılında Bergama’da çekildiğini söylüyor. Yüksel Simit de Kadir İnanır’ın oynadığı bir filmin belli bir kısmının Bergama Müzesi’ne yakın bir bölgede çekilirken gördüğünü anlatıyor. Ancak bu filmlerin çekim hikâyelerini detaylandıracak bilgiye sahip olmadığımız için tıpkı Ateşten Günler TV dizisi gibi bunları da küçük birer not olarak buraya yazıp bırakalım. İlerleyen zamanlarda edinebileceğimiz yeni bilgiler ışığında bu filmlerin çekim hikâyelerini de yazabiliriz diye umuyorum.


Beyaz Atlı Adam
1965
AKŞAMSEFALARIYLA
GÜZELLEŞEN
YAZLIK SİNEMA:
ŞEN
Zamanda bir kez daha sıçrama yaparak yeniden 1950’lere dönelim. Zira bu bölümde yazlık Şen Sineması’nı tanımak ya da hatırlamak için Kozaltı’daki Yılanlı Sokak’a gideceğiz. Geçmişte hanların bulunduğu bölgede, Kakoğlu Hanı’nın yerine, Mehmet Tevfik Olur'a göre 1955'te, Hüseyin Unan'a öre ise 1958'de açılan Şen Sineması, Bergama’da derin izler bırakmış sinemalardan biri olarak özel ilgiyi hak ediyor.
Babası, Şen Sineması’nın dört kurucusundan biri olan emekli banka müfettişi Hüseyin Unan, kendisi gibi hem Bergamalı, hem de aynı bankadan emekli eşi Nurşen Hanım ile, yıllar sonra dönüp yerleştikleri Bergama’da, eski Cumhuriyet Sineması’nın tam karşısında bir şarküteri işletiyorlar. Unanlar, henüz tanışmadıkları çocukluk yıllarından bugüne, kasabanın iki önemli sinema salonunun anılarını taşıyorlar.
Şen Sineması’na ilişkin ilk bilgileri ve ilginç bir hikâyeyi, Yeniceli Mehmet Unan’ın oğlu Hüseyin Unan’dan aktaralım:
“1958 yılında Bekiroğlu İbrahim, Bakırlı Mustafa, Terzi Hüseyin ve Yeniceli Mehmet, yani babam tarafından kuruluyor Şen Sineması. Bunlar Arasta'dan arkadaşlar. Babam normalde ayakkabı tamircisi çıraklığı yapmış başlangıçta. İkinci Dünya Savaşı yıllarında babam ve amcam 19-20 yaşlarındayken kahvecilik de yapmışlar. Arasta'nın içindeki Tuzcunun Kahvesini ilk olarak babamla amcam açmış. Babamın radyo ile, sinema ile ilgili kitapları vardı. Meraklıydı. Yabancı filmleri çok severdi. Benden iyi bilirdi yabancı artistleri. Radyo tamirine merak salmış. Sinema makinesini çalıştırmayı öğrenmiş. O tür şeyleri biliyordu. Babam bir de mahallede evin altına bakkal dükkânı açmış. Sinema ortaklığını yaparken amcamla birlikte bu bakkal dükkânını da işletmiş. O yıllarda bakkallık çok önemliymiş tabi.

Nurşen ve Hüseyin Unan. Fotoğraf: Yücel Tunca-2021

Nurşen ve Hüseyin Unan. Fotoğraf: Yücel Tunca-2021

Nurşen ve Hüseyin Unan. Fotoğraf: Yücel Tunca-2021

Nurşen ve Hüseyin Unan - Bergama 2021
Fotoğraf: Yücel Tunca
Babam sinemadaki ortaklığından 1965-66 yıllarında ayrılana kadar Şen Sineması’nın gişesinde bilet satmış. O zamanlar ortakların kendi aralarında görev taksimleri var. Babam bilet kesiyor gişede. Bakırlı Mustafa kapıda bilet kontrolü yapıyor. Terzi Hüseyin ile amcam Ali içeride yer gösteriyorlar. Bir de Ali Rıza Şiko diye biri var, o da büfeyi kiralamış, gazoz, fıstık filan satıyor.
Sinema ile ilgili şöyle bir anekdot anlatırlardı. 27 Mayıs İhtilali'nden sonra, 1962 yılı… Daha önceleri Menderes Hükümeti zamanında bazı filmlerin önünde 10-15 dakikalık icraatın içinden gibi bir reklam bölümü oluyormuş. Her filmde değil ama bazı filmlerin öncesine koyuyorlarmış. Menderes Hükümeti'ni öven, icraatları anlatan… 50'li yıllarda böyle bir uygulama varmış. O nedenle 1960'tan sonra sinemacılar İzmir'den film kiraladıklarında genelde kontrol ederlermiş ki ihtilal hükümetine karşı bir şey olmasın filmin başında, bir problem olmasın... İşte 1962 yılında, kontrolden kaçan bir film olmuş. Millet giriyor içeriye. O zaman da Şen Sineması çok ünlü. Böyle şarkılı, aşk filmleri gösterirlermiş. Tıklım tıklım içerisi! Bizim film öncesinde reklamlar gibi bir başlıyor Menderesi övmeye... Babam hemen aşağıdan koşturup makinistin yanına gidiyor durdurmaya ama gidene kadar da beş dakika filan geçiyor tabii. O zaman ajanlar var, muhbirler var... Babam hemen kapattırıyor filmi. Koşa koşa karakola gidiyor sonra. Kendisini ihbar etmek için. Tabii hepsini, bütün ortakları çağırıyorlar. Makiniste yardım etmek için orada olan 12 yaşındaki Ahmet abi dahil herkesi götürüyorlar karakolun bahçesine. O çok iyi anlatırdı. ‘Herkesi topladılar, götürdüler, ben dahil.’ diye anlatırdı. Görevlilerin hepsini! ‘Rahmetli Mustafa Bakır amca bayıldı korkudan.’ diyordu. ‘Bize ne yapacaklar acaba?’ diye korkudan bayılmış. O zaman dayak atmamışlar ama. ‘Dayak yediler mi?’ diye sormuştum. ‘Yok’ dedi. Ama küfürler, tehditler... Bunlar da ‘Sehven olmuştur, hataen olmuştur, biz hükümetimize bağlıyız.’ diye dilekçelerle kurtarmışlar kendilerini.”

Mehmet Tevfik Olur
anlatıyor.
Mehmet Tevfik Olur, Kakoğlu Hanı’nın, Bergama esnaflarından Terzi Hüseyin Ertunç, Bekiroğlu diye bilinen İbrahim Kurtuluş, Mehmet Unan ve Mustafa Bakırlı tarafından tasarlanarak sinemaya dönüştürüldüğü günleri hatırlıyor. Bu dört ortak ilk filmin gösteriminden önce prova yaparlarken Mehmet Tevfik Olur da abisinin elini tutarak çalışmaları merakla izliyormuş. Bu filmin Türkiye’de 1955’te gösterime giren Raj Kapoor’un Avare filmi olabileceğini söylüyor Mehmet Bey:
“İbrahim Kurtuluş makinistliğini yapıyordu sinemanın. Bir de elemanı vardı: Sarı Necdet. O da makineye bakardı. Mustafa Bakırlı kapıda bilet keserdi. Mehmet Unan gişede bilet satardı. Hüseyin Ertunç da yer gösterme işlerini yapardı... Bu sinema daha çok Romanların rağbet ettiği, daha çok yerli film gösterilen bir sinemaydı. Ön sıralarda 35 kuruş, orta sıralarda 60 kuruş, arkalarda 75 kuruştu biletler. Çok da değişmezdi fiyatlar.
Şen Sineması’na bazen korku filmleri de gelirdi. Kalp atışı gibi ağır ağır müzikleri, sesleri olurdu. Çıkışta korkudan koşarak eve giderdim. Çocuktuk, etkilenirdik haliyle.
Norman Winston, Jerry Lewis filmlerini kaçırmazdık. Ya da Yavru ile Katip mesela…
Her sinemanın kapısında bir belediye görevlisi durur, biletleri kontrol ederdi. Çünkü belediyeler rüsum alırdı sinema biletlerinden. Yani her biletten bir pay alırlardı. Görevli kapıda dururdu kontrol için. Bütün seanslar boyunca kapıda duran belediye görevlisi tanıdık biri ise o gün bedava girerdiniz içeri, ‘Gel, gir bakalım!' diye kayırırlardı. Ben de takip ederdim. Komşumuz vardı Tahsin, elektrikçi… Bergamalıların çok iyi tanıdığı biriydi. Onu takip ederdik mesela. Hangi sinemadaysa giderdik, film başladıktan sonra alırdı içeri. Bir de ortaklardan Bakırlı vardı. O çok lanetti yalnız, ters adamdı, mizacı öyleydi. Şen Sineması’nın kapısında Mustafa Bakırlı varsa giremezdik. Bir de Hamdi Usta’sı vardı Şen Sineması’nın. Temizlik, bakım işleriyle ilgilenirdi. Şarap içerdi, orada yatıp kalkardı, sinemanın içinde yeri vardı.”

Yazlık Şen Sineması'nın günümüzde otopark olarak kullanılan alanının 2000 yılındaki görünümü.
Video: Fatma Dalay, Montaj: Yücel Tunca


Kışlık Şen Sineması'nın eski bilet koçanlarından biri
Fotoğraf: Yücel Tunca-2019
Nazmiye Ovacık’ın çocukluğunda polis zannedip korktuğu, sinema kapısında duran belediye görevlisi biletsiz girişleri engellemeye çalışırdı. Sinemacılar, Çağdaş Matbaa’da elle dizilen kurşundan yapılma harfler kullanılarak 10-15 bin adet basılan biletleri önce belediyeye teslim eder, sonra bir miktar bileti, belediyeye rüsumu yani eğlence vergisini ödeyerek o gün kullanmak üzere alırlardı. Sinemacılar ayrıca yerel spor kulüpleri ve bazı kurumlara da her bilet üzerinden bir pay öderlerdi. (Eğlence vergisi günümüzde de zaman zaman gündeme gelen bir problem olmaya devam ediyor. Küçük ve orta ölçekli işletmeciler, rüsum adıyla toplanan, bir kısmı belediyeye, bir kısmı maliyeye, bir kısmı da Kültür Bakanlığı’na aktarılan verginin kaldırılmasının sinemacıları kısmen rahatlatacağını söylüyorlar.)
Kimi Bergamalılar’ın sinema ile tanışması Şen Sineması ile olmuştu. Mahalle içinde, kapı komşusu gibiydi. Erol Engel evlerinden 10 metre uzaktaki sinemayı anlatıyor:
“Benim sinema ile tanışmam yazlık Şen Sineması ile oldu. Evimizle sinema arasındaki mesafe 10 metreydi. Çok yakındık. Henüz daha ilkokula bile gitmiyordum. 1964-65 yıllarında ben 4-5 yaşlarındaydım. Komşumuz sinemaydı, iki üç yıl komşuluk yaptık. Biz kiracı olduğumuz için taşındık sonrasında ve sinema açısından büyük bir avantajı kaybettik tabii. Yazları her gelen filmi izliyorduk. Her ne kadar sinemacı sıkı önlemler alsa bile para vermeden içeri girmenin bir yolunu buluyorduk. O günlerde insanlar ailece sinemaya gelirdi. Yedi sekiz kişi topluca gelirdi. Büyük bir eğlence merkeziydi. Biz bakardık; sokağın başından kalabalık bir aile geliyorsa hemen mevzilenirdik. Onların çocuklarıymış gibi aralarına karışır kendimizi sinemanın içinde bulurduk. Kendi ailemizle de giderdik. Çok iyi hatırlıyorum, annem, ablam... Onlar sürekli kadın seanslarına giderlerdi. Öğlen matinelerinde, iki-iki buçukta mesela... Biz de küçüğüz, yanlarında götürürlerdi bizi de.
O yıllarda Şen Sineması ile başlayan sinema furyası Bergama'nın neredeyse her mahallesinde bir sinemanın açılmasına sebep oldu desem yeridir.”


Kapandıktan sonra uzun zaman açık hava düğün salonu ve sonrasında günümüze kadar otopark olarak kullanılan Yazlık Şen Sineması'nın bulunduğu Yılanlı Sokak. Fotoğraf: Yücel Tunca-2020
Ayşen Ermiş de ilkokul öncesi çocukluk yıllarında yakın komşuları olan yazlık Şen Sineması’na ailecek gittiklerini hatırlıyor:
“Şen Sineması'na çok yakındı evimiz. Akşam hava karardıktan sonra başlardı filmler. Akşam yemeğimizi yiyip öyle giderdik. Havalar ısındı mı sinema açılırdı. Sahibi komşumuzdu. İbrahim Kurtuluş... Leblebici Bekiroğlu İbrahim. Eşi de Neşe Hanım idi. İki oğlu, bir de kızları vardı. Kızıyla ben arkadaştım zaten. 6-7 yaşlarımdayken gittiğimi hatırlıyorum. Güzel esiyordu orası. Yaz geceleri hoş oluyordu. Çok lüks bir yer değildi. Büyük bir bahçesi, sıra sıra birbirine bağlı tahta sandalyeleri vardı. Basamak basamaktı sinemanın içi. En üstte makine odası vardı. Oradan filmin ışığı geliyordu. Güzel filmler olduğu zaman doluyordu sinema. Filmleri tam hatırlayamıyorum ama yerli filmler oluyordu daha ziyade. Yabancı hiç hatırlamıyorum. Çiğdem satılıyordu içeride. Grapet satılıyordu. Eskiden Grapet deniliyordu. Şimdiki kolanın siyahı; sarısı da vardı, sarı Grapet deniyordu ona da. Sonra Fanta çıktı. Keyifli oluyordu akşamları oraya gitmek. Arkadaşlarımızla sinemanın içinde film başlayana kadar oyunlar oynardık, konuşurduk. Bizi başka türlü sokağa salmazlardı akşamları. Çıkmazdık yani hiç. Babam biraz tutucu, sert bir adamdı.
Sinema nedeniyle bizim sokak hep çok hareketli olurdu. Sonra sinemanın kapandığı zamanı da hatırlıyorum. Nişanlıyken gidiyorduk İlhami ile. Fakat evlendiğimizde kapanmıştı artık. 1984-85 gibi kapanmış olması lazım. Düğün salonu oldu. Evlerde televizyonlar bollaşmaya başlamıştı. Herkesin evinde televizyon vardı artık. İnsanlar öyle olunca sinemalara gitmemeye başladı.”
Bergamalılar’ın 50’li, 60’lı yıllardan itibaren hatırladıkları yazlık Şen Sineması’nın hafif eğimli, basamaklı zemininde gerilimli filmler sırasında arkadan öne doğru yuvarlanan gazoz şişelerinin sesi kimilerinin hâlâ kulaklarında… Kim bilir kaçının eteği, pantolonu sandalye çivilerine takılıp da yırtılmıştı? Kimler evlilik yaşı gelmiş çocuklarına eş beğenmişti sinemaya gelenler arasından?
“Güzel esiyordu orası. Yaz geceleri hoş oluyordu. Çok lüks bir yer değildi. Büyük bir bahçesi, sıra sıra birbirine bağlı tahta sandalyeleri vardı. Basamak basamaktı sinemanın içi."


Yazlık şen Sineması’na, en iyi yeri tutmak için erkenden gelenler film başlayana kadar piknik yapıyor.
İllüstrasyon: Nermin Yağmur Erman, 2021
YAZLIK ŞEN SİNEMASI'NDA YILMAZ ASIK DÖNEMİ
Dört ortaklı bir işletme olarak çalışmaya başlayan Şen Sineması’nı daha sonra uzun bir müddet Bekiroğlu İbrahim (Kurtuluş) tek başına çalıştırmışsa da sinema 1960’ların sonunda kapanmıştı. Uzun müddet kapalı kaldığı dönemde bir çöplüğe dönüşen Şen Sineması 1971 yılında askerden dönen Yılmaz Asık tarafından 1973-74 yıllarında yeniden açılacaktı:
“Yazlık Şen Sineması'nı ben kiraladığımda harabe olmuştu. Ne kadar hafriyat, çöp varsa buraya doldurmuşlardı ben tutana kadar. Hatta mal sahibi, ‘Burayı temizlemeyi gözün kesiyorsa, al çalıştır.’ demişti. Bekiroğlu İbrahim idi sahibi, ondan kiraladım. Leblebici... Onlar o zamanlar çok meşhurlardı leblebi işinde. Sinema da çok meşhurdu zaten. 1000 kişi bile alan bir sinema oldu Şen Sineması.”
Yılmaz Asık’ın sinemacılık hikâyesi aslında 1967 yılı civarında başlamıştı ama sinema sevdası çocukluk yıllarına kadar uzanıyordu:
“Küçüklüğümüzden alışmıştık ya sinemalara, ondan sonra da o sevgiyle gitti bizde. Kermes Sineması'nda sigortalı çalışmak da iyi oldu, ‘Ben böyle devam edeyim.’ dedim ve böyle kendi kendime devam ettim. Çocukluktan beri bildiğim, alıştığım iş diye devam ettim. İlk olarak Kör Hafız’ın Cumhuriyet Sineması’nda öğrenmiştim makinistliği. Kalaycının oğlu Mehmet’ten. Çocuktum daha. O askere gideceği zaman tuttu benim elimden Yıldız Sineması’na götürdü. Cavit Abi işletiyordu orayı. ‘Cavit Abi,’ dedi, ‘bunu sana emanet ediyorum, askerden sonra geri alacağım, sen buna öğret işleri.’ dedi. Ama onun makineleri sorunluydu biraz, filmler kopup duruyordu. Bunu herkes bilir. Cavit Abi, ‘Yılmaz bugün güzel oynat, hiç kopmasın, göreyim seni.’ derdi. Fatma Girik’in tam meşhur olduğu zamanlar… Gündüz iki üç seans oynardı filmleri. Güzel bir meslekti yani kısacası, bizim hoşumuza gidiyordu. Çok değişik bir şeydi. Bugün bakınca özleniyor tabii, keşke yine olsa da devam etsek, diyorum bazen.
20 yaşında askere gittim. Askerlik dönüşünde daha önce bir ara çalıştığım Kınık'taki sinemada başladım tekrar. Onun adı da Yeni Sinema idi. Sonra orayı ben kiraladım. Kışlık sinemaydı ve galiba 500-600 kişiden aşağı değildi.

Yılmaz Asık. Fotoğraf: Yücel Tunca

Yılmaz Asık. Fotoğraf: Yücel Tunca

Yılmaz Asık. Fotoğraf: Yücel Tunca

Yılmaz Asık - Bergama 2020
Fotoğraf: Yücel Tunca
Aynı zamanda gelip burayı, yazlık Şen Sineması’nı da kiraladım. Soma'da da bir sinema kiraladım aynı anda. Hatta Soma'da iki sinema birden kiralamıştım. Zeybek Sineması ve diğeri de galiba Yeni Sinema’ydı. Pek aklımda kalmamış isimleri... İşçi bölgesi olduğu için yaz da kış da iş yapardı o sinemalar. Sinemaların birinde normal aile filmleri oynatırdım, birinde de erotik filmler filan oynardı. O günlerde Balıkesir Savaştepe’de kışlık Belediye Sineması’nı da kiralayıp işlettim. Bu sinemaların hepsi birbirini telafi etmeye çalışıyordu. Bütün bunlar 1973-74 yılları gibi oluyor. 1984-85 yılında da Bergama’daki Yıldız Sineması’nı kiraladım.
Yazlık Şen Sineması ailece herkesin geldiği bir sinemaydı. Atmacalılar aşağı yukarı her gün buradaydı. Diğer çevreden de insanlar gelirdi. Türk filmleri oynatırdık. Yabancı filmler katiyen iş yapmıyordu. En güzel yabancı filmi koysan olmuyordu. Onu da denedim ama katiyen iş yapmıyordu. Türk filmlerinin vizyonu geçmiş de olsa tekrar tekrar da oynatsan iş yapıyordu. Ferdi Tayfur'un filmleri, arabesk türü filmler, Orhan Gencebaylar... Gayet iyi iş yapıyorlardı. Bir de Kemal Sunal filmleri tabii...”

Hüsnü Şenlendirici. Fotoğraf: Yücel Tunca-2021

Hüsnü Şenlendirici. Fotoğraf: Yücel Tunca-2021

Hüsnü Şenlendirici. Fotoğraf: Yücel Tunca-2021

Hüsnü Şenlendirici - Bergama 2021
Fotoğraf: Yücel Tunca
Hüsnü Şenlendirici o günleri neşe içinde anlatıyor:
“Yazları özellikle sinemaların tadı başka oluyordu Bergama'da, çünkü yazlık sinemalar, açık hava sinemaları, aile ile gidilebilen en eğlenceli, en renkli yerlerdi. Gazozundan, çekirdeğine, daha doğrusu çiğdemine... İstanbulluluk bulaşmış bize de, çiğdeme çekirdek diyorum... Açık hava sinemalarının normal sinemalardan bir farkı da bizim Roman mahallesine yakın olmasıydı. Özellikle Şen Sineması.
Kardeş Sümerler’in sokağından girdiğin zaman zaten hemen oradaydı. Oranın en ışıklı yeriydi. Floresanlı ışıklar, afişler falan... Genelde mavi beyaz boyalı olurdu sanki. Hatta bazen yeni boyandığında gelenlerin üstü başı mavi olurdu toz boyadan... Büyük alan çünkü. Yağlı boya ile boyamak lüks tabii. O zaman onu boyamak bile iş yani. Yokluk var çünkü. Girişte solda perde. Kare gibi bir alanı vardı. Hatta bazı evlerin ufak pencereleri vardı oraya bakan. O evlerden de izleyenler olurdu mesela. Tahta sandalyeler, birbirine sabitlenmiş... Numara vardı üstlerinde galiba ama o numaralar ya zaten silinmişti ya da kimse numaralara bakmıyordu. Erken gelen kapar! Ve sinema çıkışında yerler mutlaka çiğdem kabukları, gazoz şişeleriyle dolardı.
“Bizim sinemayı işlettiğimiz yıllarda televizyon çıkmıştı ama durgun da
olsa gene iş yapıyorduk."
Sinemaya giderken yanınızda bir şey götürmezsiniz yiyecek içecek... Oradan alınır genelde. Mısır patlağı, leblebisi, nohutu, gazozu, bilmem nesi... Mesela Şen Sineması'na güzel filmler geldiğinde, arabaların üzerinde afişler, şoförün yanında bir kişi daha, mahallede gezer. Şoförün yanındaki anons yapar: ‘Bugün,’ diyor, ‘Ferdi Tayfur ve Nejla Nazır'ın ikinci filmi falan falan Şen Sinema'da!' Allah! Peşinden koşuyoruz biz çocuklar... O arabayla beraber bütün mahalleyi sınırına kadar dolaşıp bırakıyoruz. Oradan sonra öbür mahallenin çocukları takılıyor arabanın peşine... Özellikle Kermes zamanında yeni filmler oynatılırdı. Köylük yerlerden de çok rağbet oluyordu o vakit. Bergama'nın nüfusu bayağı artıyor Kermes zamanında... O zaman da sinemalar inanılmaz bir full halde olur. İnsanlar yığın halinde film izlerler, topluca ağlama seansları ve de gülme seansları yaşanır. Aslında bizim o zamanlar zannettiğimizden çok daha kıymetli, çok daha özel zamanlarmış meğer.
Şu mevzu enteresan benim için: Kiremitlerin üzerinden, arka taraftan atlayanlar oluyordu sinemaya. Özellikle kalabalık olduğu zamanlar...
Az önce şunu diyordum: Sinemaya giderken yanında bir şey götürmezsin, oradaki büfeden bir şeyler alır, yersin içersin. Ama mesela bizimkilerden çok iyi hatırlıyorum: Piknik tüpü, tavası, malzemesi, ufak rakısı, direk sofrayı kurup orada akşam yemeğini yiyenleri görüyordum sinemada. Hem de bunu bir kere görmedim, defalarca gördüm. Rakısını alıyor dolduruyor, biri oradan minderini getiriyor köşeye, tahta sandalyeye oturmuyor amca, minderiyle yastığını getirmiş oraya oturmuş, öyle izliyor. Kaçta başlar akşam sineması? Dokuzdur mesela... Hava kararmış olsun diye... Dokuzda başlayacak filme altıda geliyorlar ama mevzu şu bir de: Önden yer kapacak. Hem büyük görüntü olsun hem de ses daha iyi gelsin diye yer tutuyor aslında. Görüntüden de, sesten de daha çok yararlanabilmek maksat. Geç gelen en arkalara geçecek çünkü. En güzel yerleri önce gelenler kapıyor.”
Atmaca Mahallesi’nde yetişip ünlenmiş şarkıcı Tüdanya’nın oynadığı filmler geldiğindeyse Şen Sineması’ndaki hava bambaşka oluyordu. Filmin anonsu mahallede duyulduğunda herkes o gece sinemaya koşuyor, mahalleli diğer filmlerde ağladığından üç kat daha fazla ağlıyordu.
1980’li yılların ilk yarısında TRT’de yasaklı olan arabesk şarkıcılarının filmlerini gösteren Şen Sineması sandalye sayısının neredeyse iki katı kadar seyirci alıyordu. İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay, Mahmut Tuncer’in vizyon filmleri gösterilirken, kapasitesi 700-800 olmasına rağmen duvar kenarına dizilip ayakta seyredenlerle seyirci sayısı 1000-1200 kişiye ulaşıyordu.
İzlememiş olmanın büyük kayıp sayılacağı filmlere Atmaca Mahallesi’nden ve Bergama’nın diğer dört bir yanından gelenlerin dışında atlarıyla gelen köylüler de vardı. Filme yetişmek için atını dörtnala koşturup çatlatanlar olduğu anlatılırdı.
Çerezci Yüksel Simit’in annesi Hatice Simit’in, gebeliğinin ilerleyen bir döneminde babasıyla birlikte gittiği Şen Sineması’nda ağrıları tutmuştu. Dayanılmaz bir ağrıyla kıvranırken hemen kalkıp doktora ya da eve gitmek yerine, etkisine kapıldığı filmdeki oyuncunun öldürülmesini engellemek için ‘Arkanda! Arkanda!' diye bağırarak onu uyarmaya çalışıyordu.
Hatice Hanım’ın oğlu Çerezci Yüksel de çocukluğunun unutulmaz mekânları arasında yazlık sinemaları ilk sıraya yerleştiriyor. Özellikle de Şen Sineması’nı:
“Yazlık sinemaların o yüksek sahneleri bile gözümün önünde şu anda. Bütün yazlık sinemaların özelliğidir, hepsinde akşamsefaları olur. Şen Sineması’nın sahnesinin hemen altı da boydan boya rengârenk akşamsefalarıyla doluydu. Çok küçüktüm daha, o akşamsefalarının yanına giderdim, onlar rengârenk açarlar ya, onların yanında oyun oynardım. Sinemanın yan duvarları da olduğu gibi sarmaşık kaplıydı.”
Şen Sineması’ndaki yaz akşamlarının unutulamayacağını söyleyen Nazmiye Ovacık da sinemanın atmosferini çok güzel betimliyor:
“Bergama'nın havası Kale’nin arkasındaki Kestel Barajı yapıldıktan sonra değişti. Baraj, Madra Dağı’ndan ve Kozak Yaylası’ndan gelen havayı tümüyle engelledi. Ondan önce çok güzel bir havası vardı. O yüzden akşamları Şen Sineması’na gittiğinizde o güzel havayı çekerdiniz içinize. Bir de çok güzel çiçekler olurdu. Mis gibi kokarlardı... Rengârenk akşamsefaları olurdu sinemanın duvar kenarlarında. Bir de etrafta yüksek bina olmadığı için, en fazla iki katlı oldukları için havayı kesmezdi etraftaki evler. Apartmanlar 80'lerden sonra yapılmaya başlandı.”
Şen Sineması’nın parlak günlerinin ardından başlayan gerilemeyi ve kapanışa giden süreci yine Yılmaz Asık anlatıyor:
“Bizim sinemayı işlettiğimiz yıllarda televizyon çıkmıştı ama durgun da olsa gene iş yapıyorduk. Müşteri oluyordu. Geleni gideni çok oluyordu. 1000 kişi olmasa bile 500-600 kişi atıyordum burada ortalama. Filmine göre 1000 kişiyi de geçiyordu bazı zamanlar. Yerlere oturuyordu millet. Kârlı bir işti. Peşin para, alıyorlar biletlerini, giriyorlardı.
İlerleyen zamanda gelen giden azalmaya başlayınca, sinemalarımı birer birer kapattım. Önce Kınık'takini kapattıydım. Savaştepe'dekini bir arkadaşıma bıraktım. O aralar videolar çıkmaya başlamıştı. Sinemalardan pek o kadar randıman almıyorduk. Ben de burada bir video dükkânı açtım, Şen Sineması'nın hemen yanı başına. Sinemacılığı 1990'da olduğu gibi bıraktım. Video kaset olayı vardı ama o arada uydular çıkmaya başlayınca o da zayıflamıştı. 10 bin kasetim vardı o dönemde. Hepsi elimizde kaldı uydular çıkınca, o yüzden iflas ettik. O kasetlerdeki filmler daha çekilmeden şirketle anlaşmalar yapılırdı. Çıkmamış filmin senedini yapar, ödemeye bile başlardık. O uydu bir çıkınca bizim işler bozuldu. Senetlerimizin ödeyebildiğimizi ödedik, kalanını taksit taksit böldük ettik işte... O zaman bir zorluk çektik. Devam edecek zannediyorduk her halde, bilemeyince öyle oldu. O dönemden 500 kadar kaseti, Kozak tarafında bir çiftlik evim vardı, onun tavan arasına koymuştum. O evi satınca kasetler de kaldı orada. Alan kişi çıkıp bakmadıysa hala duruyorlardır belki. Diğer kasetleri de birileri gelip topluyordu. Irak'a filan götürüp satıyorlardı o zamanlar. Bazılarıyla da soba tutuşturuyorduk. Güzel yanıyorlardı, çıra yerine...
Soma'daki Zeybek Sineması da yıkılıp yenilenecekti. Belediye şart koşuyordu; sinema olan yer yıkılırsa yine altına sinema yapma şartıyla ruhsat veriliyordu o zamanlar. Onlar sinema yapacaklardı, benimle de zaten mukaveleleri vardı. Başkasını da istemiyorlardı. İlk katlar yapıldı, sinema bölümü falan ortaya çıkınca çağırdılar beni. Sinemalar iyice zayıflamıştı o zamanlar. Ben de video işine girmiştim artık. ‘Ben artık istemiyorum.’ dedim. Orasını da o şekilde bıraktım. Sonrasında da sinema olmadı zaten orası. Herhalde uydurdular kitabına, öyle gitti. Bundan bir ay evvel gittim oralara bakındım, sinemayı bırak binanın yerini bile bulamadım. O kadar değişmiş zamanla.


Yılmaz Asık, kardeşi Ayhan Asık ile birlikte, Cavit Sarsılmaz'ın kurduğu kışlık Yıldız Sineması'nın işletmesini alıp 1985'te Şen Sineması'na dönüştürmüşlerdi. Fotoğraf: Yücel Tunca-2019
“Piknik tüpü, tavası, malzemesi, ufak rakısı, direk sofrayı kurup orada akşam yemeğini yiyenleri görüyordum sinemada."
“O dönemden 500 kadar kaseti, Kozak tarafında bir çiftlik evim vardı, onun tavan arasına koymuştum. O evi satınca kasetler de kaldı orada.
Alan kişi çıkıp bakmadıysa hala duruyorlardır belki"
Sinema işini yaparken kardeşim Ayhan ile çalışıyorduk. Eskiden Yıldız Sineması olan şimdiki kışlık Şen Sineması'nı ona bıraktım 91'de. ‘Senin olsun.’ dedim. Bıraktıktan sonra pek pişman olmadım ama üzüntü oldu tabii. Onlar hâlâ devam ediyorlar orada. Hatta bütün tertibatları da onlara verdim. Burayı, yazlık Şen Sineması’nı da boş olarak düğünlere vermeye başladım. Düğünlere sandalye verme olayı da buradan yürüyordu. Boş durmasın diye böyle devam etti. Şimdi bir iki senedir de otoparka çevirdim. Otoparka da ihtiyaç vardı, değerlensin hadi, dedim boş duracağına. Güvenlik kameraları filan var ya, daha muhafazalı olduğu için konu komşu bırakıyor arabasını. Öyle idare ediyoruz artık.
Turgut Özal döneminde sinemacılara bir destek fonu açılmıştı. Krediler falan veriliyordu. Ama tabii biz sinemacıyız, o kredileri bir de geri ödemesi var. İzleyici az, iş zayıf... Girsek diye düşündüğüm de oldu ama girmedim o dönem tekrar. Belediyeler girdi bu sefer, belediyeler sinema işletmeye başladı. Paraları almak için midir bilmiyorum ama her yerde belediye sinemaları açılmaya başladı. Burada da oldu öyle bir şeyler. Bir iki sene devam etti sonra yürümedi o da. Belediyeler sosyal içerikli filmler oynatıyorlardı. Bizim sinemalarda öyle değildi tabii. Halka, kırsal kesime dönük komedi filmleri, acıklı filmler, müzikal filmler gidiyordu daha çok.


Ayhan Asık, kardeşi Yılmaz ile birlikte yaptığı sinema işletmeciliğini daha sonraları kışlık Şen Sineması'nda
tek başına sürdürdü. Emekliliği geldiğinde sinemayı oğlu Şahin Asık'a devretti. Fotoğraf: Şahin Asık-2015
Fakat 1993-94 gibi burada ben bir kez daha denedim. Nostalji diye her yerde tekrar açılıyordu sinemalar. Bana da burada ‘Ya aç bak, biz çoluğumuzu çocuğumuzu alıp getireceğiz, eskiden sinemalar nasıldı diye göstereceğiz onlara.’ diyorlardı. Ben de açtım bunun üzerine. Herkes açıldığını biliyor, herkes kutluyor… Gazeteler, televizyonlar falan geldi, haber yaptı. Fakat müşteri gelmedi! Mesela başlıyorduk saati gelince, bir saat oynatıyorduk filmi fakat içeride kimse yok. Hemen hemen bir ay denedim. Baktık kimse gelmiyor, kapattık yine. Ama millet çok istiyordu başta. İlla aç, illa aç! Koyuyoruz filmi oynatıyoruz, kimseler yok. Bizim burada film oynadığı zaman o yukarıdaki mahallelerde herkes bayıra oturup seyrediyordu. Ses zaten muntazam gidiyor direk oraya. Oradan herkes bakıyordu. Reklam oluyor, iyidir, diyorduk ama olmadı işte.”
'YAHUDİNİN PALAMUT DEPOSU' VE SON MOHİKAN ŞAHİN ASIK
Yılmaz Asık Bergama’nın son yazlık sinemasını kapatıp sinemacılıktan el ayak çekerken Yahudi Mahallesi’ndeki kışlık Yıldız Sineması’nı 1991 yılında kardeşi Ayhan Asık’a bırakmıştı. Uzun zaman zaten birlikte çalıştırdıkları sinemanın adı Ayhan Asık tarafından Şen Sineması olarak değiştirildi. O günlerde Bergama’nın tek sineması Şen Sineması’ydı. 1994-95 ile 2004-2005 yılları arasında faaliyette bulunan Kermes Sinemaları döneminde sayıları ikiye çıkan Bergama sinemaları, bu dönemin sonunda yine teke düştü. Şen Sineması günümüze kadar pek çok zor zamanı atlatarak film göstermeye devam etti. 60 yıla yakın bir süre boyunca açık kalmayı başararak Bergama ölçeğinde kırılması zor bir rekora sahip oldu.

Ayhan Asık’ın oğlu Şahin Asık, 2007-2008’de askerden döndükten sonra, yavaş yavaş emekliliğe hazırlanan babasının yanında çalışmaya başlayıp kendini yetiştirecekti. 2011 yılında da şirketi üzerine alarak tıpkı babası gibi askerlik dönüşünde sinemacı olacaktı.
Askerlik öncesi liseyi bitiren, bir televizyoncu ile buzdolabı tamircisinin yanında çıraklık yapan Şahin Asık aslında çocukluğundan beri Şen Sineması’na girip çıkıyor, küçük işlerin ucundan tutuyordu. 1993-94 yıllarında babasının sinemayı kapatma noktasına kadar gelip son anda vazgeçtiğini, yine aynı şekilde 1997 yılı civarında internet kafelerin açılmasıyla başlayan yeni krizde de sinemanın kapanmanın eşiğine geldiğini çok iyi hatırladığını söylüyor Şahin Asık.

Şen Sineması
Fotoğraf: Yücel Tunca-2019

Recep Canoğlu anlatıyor.

Şen Sineması'nın bulunduğu sokağın ve giriş kısmının 2000 yılındaki görünümü.
Video: Fatma Dalay, Montaj: Yücel Tunca
Eski sinema çalışanlarından Bilge Aslanboğa, akrabası Şahin Asık'ın işe sahip çıkıp sinemayı ayakta tutmasından övgüyle söz ediyor:
“Bu sinemanın Ayhan dayıdan sonraki son veliaht prensi de Şahin. Son Mohikan! O ayakta tutmaya çalışıyor imparatorluğu ama halkı hain! İmparatorlarına sahip çıkmıyorlar. Ellerindeki telefonla konuşmaktan kalkıp bir sinemaya gitmiyorlar. Şimdi sen, çekil bir kenara, telefona gömül, ben çekileyim bir kenara... Sohbet mohbet de kalmaz. Kimileri de bilet alıp giriyor sinemaya, filmi seyretmek yerine telefonunda oyun oynuyor.”

Bilge Aslanboğa anlatıyor.
