Beethoven / Symphony No.9 in D minor Op.125 - II. Scherzo
Beethoven / Symphony No.9 in D minor Op.125 - II. Scherzo
ikinci yarı
ANTİK DÖNEM
BERGAMASI'NDA
SEYİR PRATİKLERİ
Bergama denilince akla gelenler arasında Pergamon Akropolü ve Asklepion hiç kuşkusuz en başta yer alır. Antik dönemin baş döndürücü izlerini görebileceğimiz bu ören yerlerindeki ve hatta bunların dışında henüz kazıları tamamlanıp ortaya çıkartılmamış diğer tiyatrolar binlerce yıl öncesinin seyir pratiklerinin muhteşem mekânları olarak özel ilgiyi hak ederler. Bergama, on binlerce izleyiciyi bir araya getirebilen antik tiyatroları ile köklü bir seyir kültürünün de merkezi konumundadır.
Şimdi gelin, arkeolog Bülent Türkmen ile antik Bergama tiyatrolarının hikâyesini konuşup, bu seyir kültürünün antik çağdaki görünümünü hayal etmeye çalışalım ve o noktadan sıçrayarak çağdaş seyir pratiklerini araştırmayı sürdürelim.
Pergamon Akropol Tiyatrosu. Fotoğraf: Yücel Tunca-2018
“Bergama’da mevcutta biri amfitiyatro olmak üzere dört tane antik tiyatro yapısı var. Pergamon Krallığı’nın var olduğu Hellenistik Dönem’de Pergamon Akropolü'nde bildiğimiz dik yapısıyla meşhur olan tiyatro bunlardan biri. Bizde ‘en’ ve ‘ilk’ler çok sevildiği için bu tiyatro oldukça meşhur. ‘En dik tiyatro bizde’ diye övünülür ama bu pek de iyi bir şey değil tabi. Çünkü oturma basamaklarının oluşturduğu kaveanın yarım daire formunda olmaması sahnedeki sesin dağılımını olumsuz etkileyecektir.
Bu tiyatronun kapasiteyi arttırmak amacıyla yukarıya doğru yayılmış bir yapısı var. Dik olmasından daha önemli bir başka özelliği sahnesi aslında. Portatif bir ahşap sahneye sahip. Halen daha o ahşap dikmelerin oturtulduğu yerleri görebiliyoruz. Dolayısıyla tiyatronun sökülüp takılabilen bir sahnesinin olması önemli bir özellik. Eğimli araziye tiyatronun sahnesini inşa edebilmek için bir teras oluşturmak zorunluluğu doğmuş. Tiyatronun bu sahne terasının kuzey ucunda, şarabın, eğlencenin, tiyatronun tanrısı olan Dionysos’a ait bir tapınak var. Tapınağa gitmek için tiyatronun sahnesinin olduğu alandan geçmek gerekiyor. Tapınakta bir ayin yapılacağı zaman sökülen, tiyatro oynandığında tekrar kurulan ahşap sahne yapısı, 10 bin kişilik kapasitesi olan Pergamon kale tiyatrosunun en önemli özelliği.
Mystery
Onur Meriç Tunca
“Amfitiyatro ile ilgili Türkiye'de yanlış bilinen bir nokta var. Antik dönemde yapılmış olan bütün tiyatrolar için amfitiyatro terimi kullanılıyor. (...) Oysa birbirinden farklı iki forma sahip olan yapılardır bu tiyatrolar ve amfitiyatrolar."
Roma Dönemi’nde kent ovada yayılmaya başlıyor. Kale Tepesi diye adlandırılan ve Selinos Çayı’nın kıyılarına kadar Hellenistik Dönem’de genişleyen kent, Roma Dönemi'nde düz ovaya da yayılıyor. Kızıl Avlu, tiyatro, amfitiyatro, stadium, hamam gibi kamusal yapılar inşa ediliyor. Atmaca Mahallesi'ndeki tiyatro, amfitiyatro ve stadium yapıları eğlence kültürünün bu bölgeye kaydığını gösteriyor. Bugün bu bölgede Romanlar yaşıyor ve burada eğlence kültürünü devam ettiriyorlar… Atmaca Mahallesi'ndeki her iki tiyatronun da bu yıla kadar henüz bir kazısı yapılmamıştı. Kazı çalışmalarına bu yıl (2019) başlanan amfitiyatro, Atmaca Mahallesi’nin hemen arkasındaki Telli Dere’nin üzerinde inşa edilmiş. Atmaca’daki bir diğer tiyatro ise aşağı kentte yer aldığı için bugün Aşağı Kent Tiyatrosu olarak adlandırılıyor. Bunlar muhtemelen Hadrianus (117-138) Dönemi yani MS 2. yüzyılın başlarında inşa edilmiş. Pax-Romana (Roma Barışı) dediğimiz savaşsız yüzyılda... Roma Dönemi’nden bugün ayakta gördüğümüz yapıların çoğu II. yüzyılın ilk yarısına, Traianus, Hadrianus dönemine denk geliyor.
Amfitiyatro ile ilgili Türkiye'de yanlış bilinen bir nokta var. Antik dönemde yapılmış olan bütün tiyatrolar için amfitiyatro terimi kullanılıyor. Bu, Türkiye’deki mimarlık fakültelerinde de, tiyatro bölümlerinde de böyle öğretiliyor maalesef. Oysa birbirinden farklı iki forma sahip olan yapılardır bu
Bülent Türkmen. Fotoğraf: Yücel Tunca
Bülent Türkmen. Fotoğraf: Yücel Tunca
Bülent Türkmen. Fotoğraf: Yücel Tunca
Bülent Türkmen - Bergama 2020
Fotoğraf: Yücel Tunca
tiyatrolar ve amfitiyatrolar. Amfi (Amphi) Yunanca’da, karşılıklı iki şeyi anlatır. ‘Karşılıklı’, ‘ikili’ gibi bir anlama gelir Türkçe’de. Yarım daire veya at nalı formundaki tiyatroların aksine amfitiyatrolar yuvarlak ya da elips şeklinde bir forma sahiptir. Yani amfitiyatro dediğimizde Roma’daki Colosseum akla gelsin. Dolayısı ile Anadolu'daki antik kentlerdeki yapılar, amfitiyatro değil tiyatrodur. Antik döneme ait oldukları için de antik tiyatro demek daha doğrudur. İşte Bergama’da bahsettiğimiz yuvarlak forma sahip olan bir amfitiyatro var. Anadolu'da buradakinin dışında sadece iki yerde daha var. Biri Kyzikos’da (Erdek, Balıkesir), diğeri de Akdeniz bölgesinde… Onların pek kalıntısı yok, o yüzden formunu takip edemiyorsunuz. Ama Bergama'daki amfitiyatronun bütün çanağını, kaveasını görebiliyorsunuz. Bütünlüklü olarak Anadolu'da görebileceğimiz tek amfitiyatro olması nedeniyle büyük önem taşıyor.
(Bülent Türkmen ile yaptığımız birebir görüşmeden kısa bir süre sonra çeşitli yayın organlarında, Aydın’ın Nazilli ilçesi sınırlarındaki Mastaura antik kentinde bir amfitiyatronun bulunduğuna dair haberler yer almıştı. Basın kuruluşlarına yaptığı açıklamalarda, amfitiyatronun Anadolu’daki en iyi korunmuş örnek olduğunu vurgulayan Adnan Menderes Üniv. Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Sedat Akkurnaz, bin 800 yıllık yapının yaklaşık 100 metre çapa ve 360 derecelik oturma sıralarına sahip olduğunu belirtiyordu. 2020 yılında beş ay süren bilimsel çalışmalarla gün yüzüne çıkartılmaya başlanan yapının İtalya’daki Colosseum’un orta çaplı bir benzeri olduğu söyleniyor. - YT)
Berlin, Bergama Müzesi'nde
bulunan Pergamon Akropolü
maketi. (Maket: H. Schleif/
Yenileme: K. Stephanowitz)
Antik tiyatroların kapasitesi konusunda farklı fikirler var. Örneğin amfitiyatro için Ekrem Akurgal bir sayı söylüyordu ama biraz abartılı gibiydi. 50 bin gibi bir kapasiteden bahsediyordu. Ben de bir sayı söylesem o da yanlış olur. Bu yıl itibariyle başlayan çalışma biraz olgunlaşınca daha doğru bir bilgiye sahip olabiliriz. Aşağı Kent Tiyatrosu'nun da 20-25 bin gibi bir kapasitesi olduğu söyleniyor. Dediğim gibi bu söylediklerim, ölçümler tam olarak yapılıp ortaya konulmuş rakamlar değil. Çünkü bu ikisinde kazılar ya yapılmadığı ya da tamamlanmadığı için net bilgi yok.
Dördüncü olarak da Asklepion'un içerisinde çok daha küçük boyutlu bir tiyatro mevcut. O da 3 bin 500 kişilik. Onunkini biliyoruz. Diğerleri ile karşılaştırdığımızda daha küçük boyutta kalıyor. Şu anda da Bergama’da dönem dönem kullanılan tek antik tiyatro. Antik dönemden bir tiyatronun, 2000 yıl öncesine ait bir yapının halen kullanılıyor olması önemli.
Bu dört tiyatronun kapasitesini topladığımızda sayı neredeyse 100 bine yaklaşıyor. Biraz düşürsek bile, 70-80 bine ulaşan bir sayıdan bahsediyoruz. Ama bu şöyle anlaşılmamalı: ‘Bergamalılar tiyatro izlemeyi çok seviyordu, sürekli tiyatroya gidiyordu.’ biçiminde değil. Antik dönemde bugünkü festivaller gibi büyük festivaller yapılıyor. Olimpiyatlar gibi belli aralıklarla yapılan festivallerin yanı sıra, bağ bozumunda, baharın gelişinde, kentin koruyucu tanrıçası Athena'ya, tanrıça Demeter’e, krallara adanan bazı festivaller var. Bu festivallere sadece Bergama'da yaşayanlar gelmiyor. Civar kentlerden, Yunanistan'dan, adalardan, başka kent devletlerinden de katılanlar oluyor. Bu yüzden büyük kapasiteli yapılar yapılmış. Çünkü Bergama Roma'nın Anadolu'daki en büyük kentlerinden biri ki Roma'nın Anadolu'ya gelmesine sebep olan kent aynı zamanda. Roma'nın burada bu kadar çok yapı yapmasının sebeplerinden biri bu aslında.
Asklepion Tiyatrosu.
Fotoğraf: Yücel Tunca-2019
Bunlar dışında bugüne kadar tespit edilmiş üç tane de yine form olarak tiyatro formunda inşa edilen odeon dediğimiz yapılar mevcut. Bunlardan bir tanesi Gymnasium'un içinde; bir tanesi Diodoros Pasparos diye MÖ 1. yüzyılda, Bergama'yı yeniden canlandıran Roma'da konsüllük yapmış bir yönetici var, onun kahramanlaştırıldığı, ona adanmış bir Heroon'un içinde; bir de düzlükte İsmet İnönü Caddesi’nin İstiklal Meydanı’na yakın kısmında, sağda kocaman bir duvarının görülebildiği yer… Orası da üçüncüsüdür. Evlerin arasında sıkışmış durumda şu anda ama yukarıdan planı görülebiliyor bu odeonun. Odeon, müzik dinletilerinin yapıldığı yerlere verilen bir isim. Küçük yapılar olduğu için üzerleri kapatılabilir, dolayısı ile kışlık tiyatro gibi de kullanılırlar ama esas olarak müzik dinletilerinin yapıldığı yerlerdir. Küçük dememize karşın yer yer bin kişi kapasiteli yerler olduğunu da söylemek lazım. Bugün Bergama’da 350 kişilik bir tiyatromuz olduğu düşünülürse onların o kadar da küçük olmadığı anlaşılır. Odeonlar kış dönemlerinde Pergamon'un kendi iç dinamikleri kapsamında yapılan etkinliklerde kullanılıyordu muhtemelen. Gymnasium’daki odeon 1.000 kişilik bir kapasiteye sahipken, Diodoros Pasparos Heroonu’ndaki 120 kişiliktir. Aşağı kentteki odeon ise konutların arasında kaldığı ve bu yüzden incelenemediğinden kapasitesi şimdilik bilinmiyor.
İlk etapta sadece akropoldeki tiyatro vardı. II. Eumenes Dönemi’nde (MÖ 197-159) yapılmış bu tiyatro. Belki daha erken dönemde orada bir yapı vardı; onun üzerine yapıldığını söyleyen araştırmacılar da var ama bu çok net değil. Roma Dönemi’nde akropol tiyatrosunun tadilat geçirdiği de biliniyor. Asklepion'un içinde de yine Hellenistik Dönem’de yukarıdaki tiyatro ile aynı dönemde yapılmış bir tiyatro yapısı olduğu biliniyor ama Roma Dönemi’nde orası tamamen tekrar elden geçirildiği için daha erken döneme dair fazla bir iz bulamıyoruz.
Aşağı şehirdeki tiyatro, amfitiyatro ve Asklepion’daki tiyatro yapıldığında akropoldaki tiyatro da kullanılmaya devam ediyordu. Dolayısı ile aşağıdaki tiyatrolar kullanılırken yukarıdaki de kullanılıyordu. Belki şöyle bir şey olabilir: Yukarıdaki daha çok klasik dönem tragedyaları, hatiplerin konuşmaları ve toplantılar için kullanılıyordu. Çünkü tiyatrolar sadece tiyatro oyunları için değil başka etkinlikler için de kullanılmaktaydı. Roma Dönemi’nde revaçta olan gladyatör ve vahşi hayvan dövüşleri ise aşağı kentte inşa edilen amfitiyatroda, araba yarışları gibi oyunlar da stadion da yapılmaktaydı. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Üç tiyatro, bir amfitiyatro ve üç odeon, hepsi aynı dönemde kullanılmaktaydı. MS 2. yüzyılda hepsinin aktif olarak kullanıldığını söylemek mümkün.
“Aşağı şehirdeki tiyatro, amfitiyatro ve Asklepion'daki tiyatro yapıldığında akropoldeki tiyatro da kullanılmaya devam ediyordu."
“Bahsettiğimiz antik tiyatro sahnelerinde antik dönem tragedyalarının çoğu oynanmış."
MS 3. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan depremde Asklepion ciddi bir tahribata uğruyor. Orası o dönemden itibaren önemini yitirmeye başlıyor. Aşağıdaki iki tiyatronun, dediğim gibi, kazısı yapılmadığı için en son ne zaman kullanıldığına dair bilgimiz yok. Yukarıdaki tiyatro da biraz Bizans Dönemi ile birlikte gözden düşmeye başlıyor. Oralara kiliseler yapılmaya başlanıyor. Sahne kısmında bir kilise kalıntısı var mesela. Yukarıdaki Athena Tapınağı'nın olduğu alana, aşağı agoraya, Kızıl Avlu’ya da kilise inşa ediliyor. 4. yüzyılın son çeyreğinde Hristiyanlık’ın devletin resmi dini olmasıyla pagan ritüellerin yasaklanması sonrasında başlayan ve 6. yüzyıla uzanan süreçte önemini yitiriyor diyebiliriz tiyatro yapıları için. MÖ 776 yılında yapılmaya başlanan olimpiyatlar da Hristiyanlık ile birlikte MS 393 yılında yasaklanıyor. Hristiyanlık yaygınlaştıkça bu tür etkinlikler önemini yitirmeye başlıyor. Paganizm ile Hristiyanlık arasında bir çatışma söz konusu. İlk başta onlar Hristiyanları katlediyor. Bizim buradaki amfitiyatroda da böyle bir olayın yaşandığı aktarılır. Çok büyük katliamların yaşandığı söylenir. Hristiyan Bizans da bir önceki kültüre saldırıyor sonrasında.
Bu alanların Osmanlı'da kullanımı söz konusu değil tabi. Dolayısıyla yaklaşık 1500 yıldır kullanılmıyor bu tiyatro yapıları.
Bahsettiğimiz antik tiyatro sahnelerinde antik dönem tragedyalarının çoğu oynanmış. Homeros Destanı'ndan sahneler, Aiskhylos’un oyunları, Sofokles’in, Euripides’in tragedyaları gibi birçok oyun sahneleniyordu. Özellikle amfitiyatroda gladyatör oyunlarının oynandığını da biliyoruz. Bir antik kaynakta, burada bir gladyatör okulunun varlığından da söz ediliyor. Bizim amfitiyatro da bu oyunlara form bakımından uygun bir yapı. Hekim Galenos'un oradaki yaralı gladyatörler üzerinde çalıştığını da biliyoruz. Asklepion'da yine tiyatrolar, müzik dinletileri, bazı toplantılar yapılmaktaydı. Aristides (117-181) Asklepion’da, dönemin edebiyatçıları, yazarları, sanatçıları ile toplanıp sohbetler ettiğini aktarıyor. Sohbet ettikleri yer tiyatro mu, oranın kütüphanesi mi, tam bilemiyoruz ama bu tür bir kültür sanat merkezi gibi, dönemin aydınlarının, ileri gelenlerinin buluştuğu bir yer olduğu için oralardaki alanları da tabii ki kullanıyorlardır.
Tiyatronun, eğlencenin, şarabın tanrısı Dionysos olduğu için antik çağda festival dendiğinde ilk akla gelen tanrıdır. Ama bu festivallerin sadece tanrı Dionysos adına yapıldığı anlamına gelmez. Örneğin Pergamon’da kentin koruyucu tanrıçası Athena adına, tanrıça Demeter adına ve Pergamon kralları adına düzenlenen festivaller var. Bu festivallerin çoğu bir tanrı ya da tanrıçaya adanmış olsa da günlük yaşamda karşılıkları bulunuyor. Mesela bağ bozumu döneminde yapılan festivaller, baharın gelişini karşılayan festivaller gibi. Bugünün dinleriyle karşılaştırıldığında dini festivaller demek pek doğru olmuyor. Günlük yaşamın bir parçası olarak ürünleri toplayıp onun bereketi üzerinden yapılan etkinlikler. Bir şekilde bir tanrıya, tanrıçaya bağlasalar da daha çok günlük yaşamdaki değişimlere dair, berekete, bolluğa dair etkinlikler olduğu için bunu söyleyebiliyoruz. Roma İmparatorluğu Dönemi’nde ise şiddet içerikli oyunların ön plana çıktığı görülüyor. Vahşi hayvan dövüşleri, gladyatör dövüşleri gibi… Ayrıca siyasi kürsü olarak da bu tiyatrolar ve sahneleri kullanılıyor elbette. Çünkü halkı topladıkları alan orası…
Antik dönemde bu tiyatrolardaki bazı etkinliklerde bilet uygulaması olduğu da bilinmekte. Kazılarda ele geçen tiyatro biletleri mevcut. Hatta bazı tiyatrolarda, stadiumlarda oturma basamakları üzerinde bir ailenin ismine rastlıyoruz. Bu da günümüz deyimiyle ‘kombine bilet’ alındığını, yani o kısmın ayırtıldığını gösteriyor.
Bergama Kermesi sırasında Asklepion Antik Tiyatrosu'nda sahnelenen bir folklor oyunu.
Fotoğraf: Ali İhsan Güngül aile albümü-1964
Bu tiyatrolar genelde bulunduğu kentin adıyla anılıyor. Genelde özel bir isimleri yok, istisnalar hariç tabi. Roma’daki Colosseum, mesela.
Kazılarla birlikte ortaya çıkarılan akropol ve Asklepion’daki tiyatrolar 1937 yılında başlayan Bergama Kermesi ile birlikte tekrar kullanılmaya başlanıyor. İlk kermesin açılışı akropoldeki tiyatroda yapılmış. 1940’lı yıllardan günümüze kadar Asklepion’daki tiyatro Bergama Kermesleri’nde kullanıldı. Bu aslında Osman Bayatlı'nın etkisi. Bayatlı, kente büyük katkısı olan biri. Hem Kermes'in başlamasına, hem müzenin kurulmasına öncülük etmiş, sadece kent merkezinde değil, kırsal alanda da somut olmayan kültürel değerleri de kayıt altına almış, Tahtacı kültürünü, Çepniler’in geleneklerini... O kaydetmemiş olsaydı, şimdi Bergama’nın somut olmayan kültürel mirası hakkında çok az bilgiye sahip olurduk.”
BERGAMA'NIN BAYRAMI KERMESLERDE SİNEMA
Bergama’yı özel kılan kültürel değerlerin içinde bir tanesi var ki beraberinde getirdiği birçok tartışmaya karşın kentin kimliğine eşsiz bir katkı yapıyor: Kermes. 1937’den günümüze kadar aralıksız her yıl yapılan ve halk arasında ‘Bergama’nın düğünü’ ya da ‘Bergama’nın bayramı’ olarak da anılan Kermes Şenlikleri, Fransa’nın Nice kentiyle birlikte dünyanın ikinci yerel festivali olarak biliniyor.
Nebil Özgentürk, 2018 yılında yayınlanan Tarihin Işığında Cumhuriyet’in İlk Şenliği: Bergama Kermesi belgeselinin kitabında Kermes’i şöyle anlatıyor:
“Kermes, Anadolu’daki en verimli, en zengin antik toplumların beşiklerinden olan Bergama’da, her yıl mayısın ya da haziranın başında yapılan festivalin adıdır. Antik çağların, Anadolu’nun kadim kültürlerinin ‘Bahar Şenlikleri’ne denk düşen zamanlamasıyla, uygarlıkların beşiği Bergama’nın yerel bayramıdır. (…)
Hatta Bergama’yla o denli özdeşleşmiştir ki, bir anlamda binlerce yıl önce bu bölgede yaşayan, hüküm süren, eser bırakanlara da bir şükran borcudur Kermes…”
Hotel Capriccio
Onur Meriç Tunca
1937 yılının 22-28 Mayıs tarihleri arasında ilki yapılan Bergama Kermesi günümüze kadar kesintisiz olarak her yıl gerçekleştirildi. (Üstte ve sağda) (BERKSAV-Belleten/20)
Akşam gazetesi
28 Mayıs 1937
Kaynak: İÜ Gazeteden Tarihe Bakış Projesi dijital arşivi
1934 yılında Bergama’yı ziyaret eden Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Burasının dahilde ve hariçte kendini tanıtması lazımdır. Bu müstesna yurt köşemizin insanları için bir panayır, bir şenlik yaparak tanıtma imkânı verilmelidir.’ demesi üzerine hazırlıkları yapılıp 1937 yılında başlatılan Kermes, yerel kültürün tanıtımına yönelik olarak düzenleniyor ve programında sanatsal etkinliklere, spor karşılaşmalarına, folklorik gösterilere, el zanaatları sergilerine yer veriliyor. Kermesler bunların yanı sıra birçok farklı etkinliğe de sahne oluyor. Kermes takvimindeki etkinliklerin kapsamı düzenleme komitelerinin yapısına göre ve zamanının popüler etkenlerine bağlı olarak değişiyor. Öte yandan İsmet İnönü’nün 1943 yılında Ankara Halkevi’nde izlediği Kral Oidipus piyesinden sonra ‘Bu klasikleri harpten sonra, bütün dünyaya, Bergama tiyatrolarında göstereceğiz.’ sözleri üzerine Kermes günlerinde antik tiyatrolar yeniden hayat buluyor ve tiyatro Kermes programlarının uzun yıllar boyunca en önemli etkinliği haline geliyor.
1937 yılının 22-28 Mayıs günlerinde yapılan ilk Kermes’e 10 bin kişinin (Aynı dönemde Bergama kent merkezinde yaklaşık 15 bin, köylerde ise 43 bin kişi yaşamaktadır.) katıldığı biliniyor.
1934 yılında açılan ve araştırmacı Eyüp Eriş’in ‘bir halk okulu’ diye nitelediği Halkevi’nin organizasyonunda önemli roller üstlendiği Kermeslerin ilk yıllarında düzenleme komitesinde Osman Bayatlı gibi büyük değerlerin yanı sıra Bolşevik Cavid Bey’in teyzesinin oğlu avukat Mustafa Haluk Ökeren de Halkevi Başkanı olarak yer almaktadır. İlginçtir, 1939-43 yılları arasında Halkevi Başkanı olarak görev yapan Ökeren, daha sonra Demokrat Parti’ye geçecek, önce Tokat, ardından da İzmir milletvekili olacak ve üyesi olduğu parti 1951 yılında Halkevleri’nin kapatılması kararını verecektir.
Kermesler'in 80 yılı aşkın tarihine baktığımızda, etkinlikler içinde sinemaya çok az yer verildiğini görürüz. Kermes'in ilk yıllarında çeşitli belgesel ve eğitici film gösterimlerine alan açılmıştır. Yedi gün süren 1939 Kermesi’nin beş gününde film gösterimleri yapılacağı bilgisi basın bülteninde yer almaktadır:
“Bu arada parti ve Halkevi yararlı hareketlerde bulunuyor. Projeksiyon makinesi ile film ve resimler gösteriliyor.”
İkinci Kermes'in afişi.1938
Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.
4. Kermes'in program broşürü.1940
Kaynak: Nejat Çetinok arşivi
1941’deki 5. Kermes programında ise ilk kez program başlığı olarak ‘Sinema’ yazılmıştır ancak programda, hangi filmlere yer verileceğine ilişkin bilgi bulunmamaktadır.
1944 yılında, bir yıl öncesinde İsmet İnönü’nün Ankara’daki beyanını takiben Bergama’yı Sevenler Cemiyeti kurulur. M. Haluk Ökeren ve Bergama Müzesi Müdürü Osman Bayatlı’nın yanı sıra maarif memuru Haluk Elbe, dönem kaymakamının eşi Nermin Orhon, Halkevi Edebiyat Kolu Başkanı Orhan Yurdun, İzmir Milletvekili Rahmi Köken, CHP İlçe Başkanı Hasan Çelebioğlu, Belediye Başkanı Sami Altan ve Bergama Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı İsmail Pamukçu kurucular arasında yer alır. Cemiyetin ilk faaliyeti aynı yıl çok hızlı ve zahmetli bir çalışmayla Asklepion tiyatrosunun restorasyonunu yaptırmak olacaktır. Böylelikle 20 Mayıs’taki 8. Kermes açılışı 5 bin kişinin katılımı ile Asklepion Antik Tiyatrosu'nda yapılabilecektir.
1940'larda Asklepion'da düzenlenen Kermes etkinlikleri ve tiyatro oyunları.
(Üstte ve sağda) BERKSAV-Belleten/20
Aynı yıl Mustafa Halûk Ökeren 26 Mart’ta Ankara Radyosu’nda okuduğu ve daha sonra Bergama Sevgisi adlı kitabında da yayınlayacağı metinde, İsmet İnönü’nün 1943’teki sözlerini hatırlatarak Bergamayı Sevenler Cemiyeti’nin kuruluş gerekçesini anlatır:
“Bundan haberdar olunca, Bergama’da bir teşkilât yapmak lüzumunu hissettik. Düşündük ki, bu yüksek arzu yerine getirileceği zaman, hiç olmazsa Bergama Akropolü’ne biraz daha kolay çıkılabilsin, akropoldeki tiyatrolar biraz daha restore edilmiş olsun.
O Akropol ki, atalarımız orada bütün dünya insanlığının özlediği, hayran hayran tahahyül ettiği bir masal hayatı yaşamıştır.
O tiyatrolar ki, Bergama Devletinin en mesut devirlerinde şiir, sanat ve spor gibi güzelliğin en bediî tecellilerine sahne olmuştur.
Millî kültürümüze yeni bir hız verecek olan bu güzel hamlenin tahakkuk edeceği gün, alnını yılların buruşturup dehanın parlattığı yaşlı bir sanakârın faziletli başı gibi vakarla yükselen Akropolün şahikasından kültür hayatımızı yeni bir güneşin ışıkları aydınlatacaktır.
Düşündük ki, bu emrin gerçekleştiği gün, eski devrin sanat eserleriyle yeni Türkiye sanatkârlarını görmeğe gelecek olan ve kalplerinde sanat, tarih ve güzellik aşk ve heyecanı çarpan insanlığı, ayni sanat duygulariyle karşılamak için idealist insanların kuracağı bir cemiyet lâzımdır. İşte bu ihtiyaçtan ve bu düşüncelerden Bergamayı Sevenler Cemiyeti doğdu. Bu arzu ve bu düşünce cemiyetimizin ilham kaynağı oldu.”
1945 yılında, bu kez Pergamon Akropolü’nün muazzam eğimiyle ünlü tiyatrosunda yaklaşık 5 bin kişi neredeyse iki bin yıllık aradan sonra ilk kez Baküs (Dionysos) Töreni temsilini izleyecektir.
1946’da yapılan 10. Kermes programında 1941'de olduğu gibi yine adları ve detayları verilmemiş olan film gösterimleri yapılır.
1947 yılında ise Halkevi’nde saat 22.00’de Sinema ve Bergama Filmi’nin izleneceği duyurulur.
Bu gösterimler her yıl programda yer almaz. 1948 ve 49 yıllarının etkinlik takviminde yer almayan film gösterimlerine 1950’deki 14. Kermes’te İzmir Amerikan Haberler Bürosu’nun çeşitli konular üzerine hazırladığı filmlerle devam edilir.
Sinema gösterimlerinin programa alınmadığı sekiz yıllık bir aradan sonra 1958 yılındaki 22. Kermes’te 23 Mayıs Cuma akşamı yine İzmir Amerikan Haberler Bürosu tarafından eğitici filmler gösterilir. Ertesi gün ise o yıllarda Cumhuriyet Alanı denilen Cumhuriyet Meydanı’nda orta oyunu ve milli oyunların yanı sıra film gösterimi yapılır.
1959 yılındaki 23. Kermes’te de yine Cumhuriyet Alanı’nda benzer bir akşam etkinliği vardır; orta oyunu, milli oyunlar ve film gösterimi gerçekleştirilir.
1960 yılına gelindiğinde, 27 Mayıs Askeri Darbesi’nden 10 gün önce Bergama’ya gelip Bergama Pamuk İpliği ve Dokuma Fabrikası’nın (Sümerbank) açılışını yapan Başbakan Adnan Menderes sayılı günler sonra yaşanacaklardan habersiz, kürsüden CHP’ye yüklenir:
“Maceraları bertaraf etmekte kararımız çok katidir.”
Menderes’in de katıldığı 17 Mayıs’taki Sümerbank fabrikasının açılışından üç gün sonra 24. Kermes başlar ve darbeden dört gün önce biter.
1945 yılında, bu kez Pergamon Akropolü'nün muazzam eğimiyle ünlü tiyatrosunda yaklaşık 5 bin kişi neredeyse iki bin yıllık aradan sonra ilk kez Baküs (Dionysos) Töreni temsilini izleyecektir."
Çığır gazetesi
25 Mayıs 1963
Kaynak: Milli Kütüphane DA
1960 Kermes’i de sinemaya yer verilmeyen şenliklerden biri olmuştur.
1963 yılında, İzmir Amerikan Haberler Servisi’nin müdürü ve eşi Bergama Kermesi’ne katılmış ve getirdikleri 16 filmin gösterimi, Bergama Halk Eğitim Merkezi Film Kolu iş birliğiyle Kermes boyunca şehrin çeşitli bölümlerinde yapılmıştır. Bergama Çığır gazetesinin 25 Mayıs 1963 tarihli sayısındaki bir haberde, program dahilinde gösterilecek filmlerin isimleri tek tek yazılmıştır.
1964 yılında yapılan 28. Kermes programına ise şöyle bir not düşülmüştür:
“Bergama Halk Eğitimi Merkezi ve Amerikan Haberler İzmir Bürosu tarafından meydanlarda öğretici filmler gösterilecektir.”
1966 yılından itibaren Bergama Belediyesi tarafından düzenlenmeye başlanan Kermeslerde, 1980 yılına kadar herhangi bir belgesel, öğretici ya da sinema filmi gösterimi yapılmadığını görürüz.
1990 Kermes'i.
Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.
İlk kırk yıl boyunca mayıs ayının son haftasında düzenlenen Kermesler, 1977 yılından itibaren haziran başına alınır. 1980 Kermes’i de Haziran ayının ilk yarısında yapıldığı için üçüncü askeri darbenin yasak ve sınırlamalarından etkilenmeyecek, 44’üncüsü yapılan şenliklerin programında popüler kültür patlaması yaşanacaktır. Belediye Başkanı Rıfat Serdaroğlu’nun Yeşilçam’ı Bergama’ya taşıdığı 1980 yılında Necla Nazır, Perihan Savaş, Ali Poyrazoğlu, Korhan Abay, Aydemir Akbaş, Filiz Akın, Nazan Şoray, Hülya Koçyiğit, Selma Güneri, Fatma Girik, Zeki Alasya, Metin Akpınar Bergama’ya gelir. Ünlüler nikâh şahitliği yapar, bir futbol maçının hakemliğini üstlenirler. Ancak herhangi bir film gösterimi programda yer almaz.
1990 yılında ise Belediye Başkanlığı koltuğunda Sefa Taşkın oturmaktadır. 54. Kermes hem politik bir zemin kazanır, hem de birçok sinema oyuncusu ve yönetmenin katılacağı paneller, söyleşiler ve film gösterimleri ile renklenir. Belediyeye ait düğün salonunun tabelası değişmiştir ve artık ‘Belediye Düğün ve Sinema Salonu’ yazmaktadır tabelada. Dönemin popüler politik atmosferine uygun biçimde 54. Kermes’in kritik konuğu Zülfü Livaneli olur.
1980 Kermes'i.
Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.
28 Mayıs’ta başlayıp 3 Haziran’da biten Kermes boyunca, 72. Koğuş, Sis, Uçurtmayı Vurmasınlar, Bir Günün Hikayesi, Üçüncü Göz, Büyük Yalnızlık, Med-Cezir Manzaraları filmleri Belediye Düğün ve Sinema Salonu’nda gösterilir. Sis filminin yönetmeni Zülfü Livaneli ile de film gösterimi öncesinde bir söyleşi gerçekleştirilir. 30 Mayıs’ta yapılan 21. Yüzyıla Doğru Türk Sineması panelinde konuşmacılar arasında yine Zülfü Livaneli vardır. Panele ayrıca Kadir İnanır, Fikret Hakan, Erdoğan Tokatlı, Oğuz Makal, Agah Özgüç ve Erhan Erzurumlu gibi oyuncu, yönetmen, sinema tarihçisi ve yapımcılar katılır. Festivalin son gününde gösterimi yapılan Med-Cezir Manzaraları filmi de bir söyleşi ile birlikte gerçekleştirilecektir.
72. Koğuş
1987
Sis
1988
Uçurtmayı Vurmasınlar
1989
Bir Günün Hikayesi
1980
Üçüncü Göz
1988
Büyük Yalnızlık
1989
MedCezir Manzaraları
1989
Üç Arkadaş
Memduh Ün bu filmi
1958 ve 1971'de iki kez
çekmişti.
Ertesi yıl yapılan 55. Kermes’te de sinemanın aşikâr bir ağırlığı vardır. 3 Haziran 1991 Pazartesi günü başlayan festivalin ilk etkinliği, adı bu kez Belediye Sinema Salonu olarak duyurulan salonda Bekle Dedim Gölgeye filminin gösterimidir. Filmden sonra yönetmen Atıf Yılmaz ve oyuncu Hale Soygazi’nin katıldığı bir söyleşi yapılır. Söyleşinin hemen ardından Cumhuriyet Meydanı’nda şenliğin açılış töreni ve aralarında sinema fotoğrafları, sinema afişleri ve sinema kostümleri sergilerinin de bulunduğu sergi açılışları gerçekleştirilir. Aynı günün akşamında ‘Ustaya Saygı’ başlığı altında Memduh Ün’ün Üç Arkadaş filmi gösterilir.
Festivalin ikinci günü de bir film gösterimi ve söyleşi ile başlar. İki Başlı Dev filminin gösterimi sonrasında yapılan söyleşiye yönetmen Orhan Oğuz ve oyuncu Cüneyt Arkın katılır. Aynı gün yapılan Türk Sinemasında Yeni Arayışlar paneline Hale Soygazi, Atıf Yılmaz, Burçak Evren, Cüneyt Arkın, Oğuz Makal ve Oğuz Adanır gibi oyuncu, yönetmen, eleştirmen ve akademisyenler katılır. Akşam saatlerinde Asklepion Antik Tiyatrosu’nda Genco Erkal ve Dostlar Tiyatrosu’nun sahne almasından önce Belediye Sinema Salonu’nda Kadın Dul Kalınca filmi gösterilir.
Üçüncü gün İkili Oyunlar filminin gösterimi ve yönetmen İrfan Tözüm ile oyuncu Zuhal Olcay’ın katıldığı söyleşi; dördüncü gün Ekran Aşıkları filminin gösterimi ve yönetmen Ömer Uğur ile oyuncu Şahika Tekand’ın katıldığı söyleşi; beşinci gün Darbe filminin gösterimi ve yönetmen Ümit Efekan ile oyuncu Nilgün Akçaoğlu’nun katıldığı söyleşi; altıncı gün Yorum Yok filminin gösterimi ve yönetmen Eser Zorlu ile oyuncu Bülent Bilgiç’in katıldığı söyleşi; yedinci gün ise Ölürayak filminin gösterimi ve yönetmen Aydın Bağırdı ile oyuncu Filiz Taçbaş’ın katıldığı söyleşi gerçekleştirilir.
Bekle Dedim Gölgeye
1990
1990 Kermes'i.
Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.
Sinema alanındaki etkinliklerin dışında ilk Kermes’ten itibaren kesintisiz olarak devam eden tiyatro oyunlarının sahnelenmesi, halk oyunları gösterilerinin yapılması bu dönemdeki programın da ana yapısını oluşturmaktadır. Kermeslerin gelenekselleşen etkinlikleri dışında Sefa Taşkın döneminde demokrasi ve çevre konularında paneller, forumlar düzenlenir. Özellikle Türkiye’nin en büyük çevre direniş hareketlerinden birinin doğmasına sebep olacak olan Ovacık’taki altın madenine karşı bir cephe oluşturmaya yönelik etkinlikler ve 19. yüzyılın sonunda Berlin’e götürülmüş olan Zeus Sunağı’nın geri getirilmesi için kampanyalar gündem oluşturur.
Dönemin Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın, kentte Şen Sineması dışında diğer tüm sinemaların kapanmış olduğu günlerde ücretsiz otobüs seferleri düzenleyerek Bergamalıları İzmir sinemalarına taşımaya çalışır ancak bu yöntem hem sürdürülebilir olmayacak hem de kent halkının sinema ile bağını yaşatmaya yetmeyecektir.
Diş Hekimi Mehmet Kutlu Bergama’nın sinemasız kalmasına üzüldüğü o günleri şöyle anlatıyor:
“Sefa Taşkın, kültür hizmeti diyerek İzmir sinemalarına otobüs kaldırmaya başladı. Ben de ona ‘Buna kültür hizmeti diyorsunuz ama hizmet yapmak istiyorsanız burada sinema açın.’ dedim. Bu o kadar zor değil. Ama yapılmadı. Belediyenin düğün salonunu aynı zamanda sinema olarak kullanılmayı denediler. İzmir’den güzel de filmler getiriyorlardı. Ben de gittim. Ama anladım ki sinema, sinema salonunda izlenirmiş. Çünkü hiçbir şey anlaşılmıyordu. Akustik berbattı. Ve de vazgeçildi.
Daha sonra Akif Ersezgin başkan olunca ona da aynı şeyleri söyledik. Bir Kermes’e Fikret Hakan gelmişti. Ersezgin, Fikret Hakan’ın yanında ‘İki ay içinde bir sinema açacağım Bergama’ya.’ dedi fakat üstünden iki sene daha geçti, açılmadı.”
Bergama’nın sinemadan kopuşu Taşkın’ın belediye başkanı olarak göreve devam ettiği 1992 ve 1993’te yapılan Kermes şenliklerine de yansır ve önceki yılların aksine programlarda sinemaya ilişkin hiçbir etkinlik yer almaz. Gazetecilerin, yazarların ve politikacıların ağırlık kazandığı demokrasi, sendikal faaliyetler, ölümcül altın madeni işletmeciliği, yurt dışına kaçırılan tarihi değerleri ele alan tartışmalar, paneller organizasyonun odağını oluşturur. Deniz Baykal, Alparslan Türkeş ve Melih Gökçek gibi siyasilere serbest kürsüler açılır.
1990 Kermes'i.
Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.
1997 Kermes'i.
Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.
2004 Kermes'i.
Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.
1996 yılında altın madeni çevresinde yapılan ağaç katliamı ile yeniden hareketlenen gündem 1997 yılındaki Kermes’te de karşılığını bulur, altın madeni ve siyanürün doğa ve insana yönelik tehdidi panellerde tartışmaya açılır. Çeşitli politik çerçevelerde ele alınan demokrasi mücadelesi de gündemde tutulur.
1999 yılındaki 63. Kermes, Belediye Başkanı Akif Ersezgin döneminde yapılır ve sekiz yıllık aradan sonra sinema, Türk Sineması Nereye Gidiyor? başlıklı bir söyleşi ile Kermes’e son kez geri döner. Gülpark’ta 10 Haziran’da yapılan söyleşiye Fikret Hakan, Derya Alabora, Erdoğan Tokatlı ve Pınar Demirkapı katılır.
O yıldan sonra sinema, Bergama Kermesleri’nde kendisine ilginç bir biçimde hiç yer bulamayacaktır. Kermesler’in 90 yıla yaklaşan tarihi boyunca istisnai birkaç yıl dışında sinemaya doyurucu bir alan açılmadığı görülür. Kermeslerin ilk on beş-yirmi yılı daha ziyade yeni kurulmuş ulus devletin yerleştirmeye çalıştığı milli kimlik unsurlarının perçinleştirilmesiyle geçmiş, bu dönem içinde Türkiye’nin hemen her tarafında özellikle batı menşeli sinema filmlerinin ulus devlet bakımından tehdit teşkil ettiği saptaması belki de Kermes düzenleyicileri tarafından da dikkate alınmıştı. Kermeslerin kurucu ana fikrinde milli değerlerin öne çıkartılması ve bu değerlerin yurt içinde ve yurt dışında tanıtılması, Bergama’nın turizm potansiyelinin geliştirilmesi eğilimi bulunmaktadır. Öte yandan 1950’lerden itibaren büyük atılım gösteren Türkiye sinema sektörü, yıl boyunca Bergama’daki çok sayıda sinema salonunda varlık gösterirken, bu ilginin Kermes düzenleyicilerinde bir karşılık bulamaması şaşırtıcıdır. Sinemanın 1950’lerden 1970’lerin ortalarına kadar süren altın çağı da, 70’lerin sonundan itibaren güçten düşüp çökmeye başlaması da düzenleme komitelerini harekete geçirmeye yetecek uyarıcılar olamamıştır.
Bergama Kermesleri’ndeki ulusal ve yerel kültüre ait folklorik etkinliklerin, ata sporu adıyla paranteze alınan spor karşılaşmalarının gölgesinde kalmayan yegâne sanat dalı tiyatrodur. Bu kazanım sinema alanında yaşanamadığı gibi örneğin müzik alanında da yeteri kadar karşılığını bulmaz. Zaman zaman bu genellemenin dışına çıkan sanatsal müzik etkinlikleri yapıldıysa da müziğin çoğunlukla bir eğlence aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. Sonuç itibariyle Kermesler’de, sinemanın kültür ve sanat dünyalarına yapabileceği katkılardan mahrum bırakılan kent halkının, aynı zamanda bir eğlence aracı olarak da sinema ile buluşturulamadığını söylemek mümkündür.
O yıldan sonra sinema, Bergama Kermesleri'nde kendine, ilginç bir biçimde hiç yer bulamayacaktır.
BERGAMA'NIN SARI PERDELİ
EN GÜZEL SİNEMASI: KERMES
Kermes şenlikleri her ne kadar sinema ile gerektiği gibi buluşamamış olsa da Bergama’da açılacak yeni bir sinema salonu Kermes adını sahiplenerek güzel bir vefa örneği sergileyecektir.
Bergama’nın kışlık Cumhuriyet, Yeni (Şehir, Güven) ve Yıldız sinemalarının üçü de palamut, tütün ya da pamuk depolarının dönüştürülmesi ile kültür ve eğlence hayatına kazandırılmışlardı. Öte yandan, görece eski ve konforsuz bu mekânlara rakip olacak yeni ve göz kamaştırıcı bir salon ihtiyacı da hissediliyordu. Kasabanın İzmir yönündeki, o dönem için merkezden uzak sayılabilecek bölgesinde, çelikten ve betondan yapılmış bir binada yepyeni bir sinemanın açılmak üzere olduğu konuşulmaya başlanmıştı.
‘Bergama’nın kaldırımlarını döşeyen müteahhit’ olarak da bilinen Edip Biröz, nam-ı diğer Edip Usta, oğlu Necati ile birlikte, eski Hafızlar Mezarlığı denilen araziye yaptıkları binada kasabanın en güzel, hatta bazı iddialara göre bütün İzmir’in en iyi, en modern üç sinemasından birini açmak üzereydi. Adını, memleketin kesintisiz olarak 1937’den günümüze kadar devam eden tek festivali olan Bergama Kermesi’nden alacak olan Kermes Sineması, balkonuyla, localarıyla, katlanır kırmızı koltuklarıyla, gören herkesi etkileyecekti. Sinemanın makinistliğini ve müdürlüğünü yapan Mehmet Şagban'ın, açılış tarihini 1965 olarak hatırlamasına karşın, Selahattin Tural’ın Bergama Düşlerimin Şehri-İzmir Sevdam kitabında 1963 yılında açıldığı bilgisine yer verilen Kermes Sineması, kimine göre 500, kimine göre 1000 kişilikti ve epey büyük bir sahnesi vardı. Bu özelliği sayesinde defilelere ev sahipliği yapılabilecek, Cuk Cuk Tevfik rolündeki Hulusi Kentmen ile Hüseyin Baradan’ın oynadıkları Çatallı Köy gibi tiyatro oyunları sahnelenebilecek, Beyaz Kelebekler’den Nuri Sesigüzel’e, Alaeddin Şensoy’dan Cem Karaca’ya kadar dönemin birçok ünlü sanatçısının konseri düzenlenebilecekti.
Bergamalıların İzmir’de gidip de hayran oldukları İkbal Sineması kadar etkileyici olan Kermes Sineması rekabeti bir üst noktaya taşımıştı. Öncesinde Cumhuriyet ya da Yeni Sinema’da kendilerini rahat hisseden Bergamalılar Kermes’in konforunu görünce diğer sinemalara dudak büker hale geldiler. Sadece iki dezavantajı vardı Kermes’in: Öncelikle merkez mahalleler olarak kabul edilen Kale ve Yahudi mahallelerinden biraz uzaktaydı. Şehir dışına yapıldığını düşünenler bile vardı. Diğer yandan Bergama da giderek büyüyor,
Edip Biröz'ün, askerliğini yaptığı dönemde oğlu Necati ile birlikte çektirdiği hatıra fotoğrafı.
Fotoğraf: Sibel Akbaş aile albümü
genişliyor, İstiklal Meydanı ve Cumhuriyet Meydanı’nın dışında yeni merkezler oluşuyordu. İkinci dezavantaj, bilet fiyatlarının diğer sinemalardan bir miktar yüksek olmasıydı. Fakat güzel ve güncel filmler, modern görünüm ve nitelikli teknik altyapı sayesinde bütün dezavantajlar sorun olmaktan kolayca çıkacaktı.
Süleyman Canoğlu. Fotoğraf: Yücel Tunca
Süleyman Canoğlu. Fotoğraf: Yücel Tunca
Süleyman Canoğlu. Fotoğraf: Yücel Tunca
Süleyman Canoğlu - Bergama 2020
Fotoğraf: Yücel Tunca
Çocukluk yaşlarında matbaalarda çalışmaya başlayan Süleyman Canoğlu, Kermes Sineması’nın en küçük müdavimlerinden biri olarak o yılları anlatıyor:
“Ben sinema konusunda okulumu terk etmiş bir insanım. O yüzden sinemaları tek tek sayabilirim. Biletlerini biz bastığımız için sinemalara bedava girerdik. O kadar ki sinemakolik olmuştum. Ortaokula başladığım zamanlarda matbaanın yoğunluğundan, elimin kirliliğinden kurtulmak için ‘Ben okuyacağım’ dedim. Bergama Lisesi’ne, ortaokula yazıldık. Fakat diğer arkadaşlara göre fazla mı şeytandık, bilmiyorum. İlk yıl çantamı alırdım, evden okula gelirdim, lisenin önünden geçer, top sahasında bir zulam vardı, çantamı oraya saklardım. Sonra doğruca Kermes Sineması'na gider, kadınlar matinesinde filmi seyrederdim. Çocuğum diye alırlardı içeri. Tekrar gider o zuladan çantamı alır hiçbir şey olmamış gibi, okuldan gelmiş gibi eve dönerdim. İlk yarıda 40 gün devamsızlığım vardı. Bir gün babamdan hasta raporu için bir imza aldım… Bugün hala onun imzasının aynısını atabilirim! Şöyle bir H, şöyle bir C, kuyruğu var bir de... 40 gün devamsızlığımı bu imzayı taklit ederek örttüm. Düşünebiliyor musunuz? O devamsızlıkların hepsinin nedeni sinema! Okul hayatımı etkiledi, diyebilirim. Ortaokulu bitiremedik tabii.
“İlk yıl çantamı alırdım, evden okula gelirdim, lisenin önünden geçer, top sahasında bir zulam vardı, çantamı oraya saklardım. Sonra doğruca Kermes Sineması'na gider, kadınlar matinesinde filmi seyrederdim."
Sonra babamlar bir nargile kahvesi açmıştı. Ezileyim diye beni ocağa verdi. Bir 6 ay kadar kahveyi işlettik. Olmadı o nargile kahvesi, yürümedi. Ben de matbaaya geri döndüm.
Babam Hasan Canoğlu, Bergama’nın Ramiz Ovacık, Ahmet Abi, Abdül Kutlu ile beraber en iyi dört terzisinden biriydi. Ben çok ufakken bir kovboy filmine götürmüştü beni. Filmin yarısında ona, ‘Baba sonra biz de film çevirecek miyiz?' diye sormuşum. ‘Niye soruyorsun?' demiş. Ben de ona ‘Film çevirenleri hep öldürüyorlar.’ demişim. Bunu hiç unutamamış babam, hep anlatırdı. Kovboy filmi ya, o vuruluyor, bu vuruluyor, korkmuşum. Ben tabii bu konuşmayı hatırlamıyorum ama babam anlatırdı.”
Kermes Sineması kapandıktan sonra uzun süre kaldırımda kalan mozaiklerin 2000 yılındaki görünümü.
Video: Fatma Dalay, Montaj: Yücel Tunca
Kermes Sineması’nın arka sokağında doğup büyüyen müzisyen Engin Kuduğ sinemanın en ince ayrıntılarını hatırlıyor:
“Gördüğüm en kaliteli sinemalardan bir tanesiydi. Gerek önündeki mozaiği, gerek bina kalitesi, içerideki dekorasyonu... Yerlerde mozaik vardı ve mozaik ile özel işçilikle Kermes Sineması yazılmıştı. O beni çok etkilemişti. Sanatçı kişiliğimi çocukluğumda da yaşıyordum. Bunu nasıl yapmışlar acaba, diye şaşırıyordum. Adam yere mozaikten Kermes Sineması yazmış ve çok düzgün karakterlerle yazmış!
Sinemanın içini, ses düzenini bile hatırlıyorum. Dikdörtgen şekiller, renkli dekorlar vardı duvarlarda. El işi kâğıtları gibi, el işi kâğıdı yapışmış gibi dekorları vardı. Tavanda kontrplaklar vardı. Büyük iri iri kontrplaklar... Bazıları eğilmişti filan... Büyük bir balkonu vardı. Sağdan ve soldan aşağıya doğru bir inişi vardı, oralarda iki locası vardı diye hatırlıyorum. Açılır kapanır, kadife, koyu bordo diye hatırladığım koltukları vardı. En modern koltuklar oradaydı. Kışlık sinemanın içinden geçilip arkadaki yazlık sinemaya çıkan bir koridoru ve kovboy filmlerindeki gibi çarpma kapısı vardı.”
Bergama kartpostallarında Kermes Sineması. 1980'ler (Üstte ve sağda sarı çizgilerle işaretli alan.) Kaynak: Geçmişten Günümüze Fotoğraflarla Bergama-Facebook sayfası
Engin Kuduğ’un anlattığı gibi bir de yazlık kısmı vardı Kermes Sineması’nın. Fakat bu noktada yine ilginç bir soru işareti oluşuyor. Gerek Engin Kuduğ, gerekse Hakkı Özlü, Kermes’in arkasında başka bir yazlık sinema daha hatırlıyor. Hakkı Özlü’nün çocukluğunda oturduğu ev, Kuduğ ailesinin oturduğu ev ile aynı caddede yani Kaymakam Kemal Bey Caddesi’ndeydi. Özlü evlerinin giriş kapısının üzerine yaptıkları sayaya çıkıp yarısını görebildikleri perdeden film izlediklerini anlatıyor. Engin Kuduğ da anlattıklarıyla destekliyor bunu:
“Benim daha bebek olduğum zamanlarda, 3-4 yaşlarında filandım, misafirlerimiz geldiğinde balkondan evimizin sağ tarafındaki perdeden filmler izlerdik. Hayalet sinemadan... Ben onun adını hayalet sinema koydum. Orada çok güzel filmler izlerdik. Hatta sadece bu yüzden bize misafirler gelirdi. Balkonda oturup rahatça sinemayı izleyebilmek için. Şimdi Hamza Güçlü'nün oturduğu bina yoktu. Tam da binanın bulunduğu yerde sinemanın
Kuduğ ailesinin Kaymakam Kemal Bey Caddesi'ndeki evi.
Kuduğ ailesi: (Soldan sağa) Ahmet Kuduğ, Mukadder Kuduğ, Erdal Kuduğ, Engin Kuduğ ve Banu Kuduğ
Kuduğ ailesinin Kaymakam Kemal Bey Caddesi'ndeki evi.
Kuduğ ailesinin evi ve aile fotoğrafı.
Fotoğraf: Engin Kuduğ aile albümü
(...) bu 'hayalet sinema'nın hikâyesini, araştırmanın ilerleyen günlerinde tanışıp konuşma fırsatı bulduğum
Sibel Akbaş'tan dinleyecektim.
ahşaptan sandalyeleri vardı. Hatta terastan o sandalyelere bakardık. Daha sonra bir kereste deposuna dönüştü diye hatırlıyorum. Bu bahsettiğim sinema 1973-74 gibi kapandı diye tahmin ediyorum. İlkokula başlamamıştım bile. Hayal meyal hatırlıyorum zaten.”
Hakkı Özlü ve Engin Kuduğ dışında neredeyse kimsenin hatırlamadığı bu ‘hayalet sinema’nın hikâyesini, araştırmanın ilerleyen günlerinde tanışıp konuşma fırsatı bulduğum Sibel Akbaş’tan dinleyecektim. Sibel Akbaş, Kermes Sineması'nın kurucularından, Edip Biröz’ün torunu, Necati Biröz’ün kızı olarak birinci ağızdan hem Kermes’in bütün hikâyesini anlatacak, hem de ‘hayalet sinema’nın gizemini ortadan kaldıracaktı:
“Öyle oldu ki sinema bizim kucağımıza düştü gibi oldu. Ve ben bir filmi en az üç defa filan izlediğimi hatırlıyorum. Seyredemezsek de şöyle oluyordu: O binada şimdi Evkur Mağazası var. O binanın arkasında bizim sinemamız vardı. Onun da arkasında, şimdi bir apartman var, orası bahçeydi ve bir de yazlık sinemamız vardı orada da. Onun da arkasındaki sokakta da bizim evimiz vardı, annem hâlen orada oturur. Sinemaya gidemediğimiz zaman, bizim bir odamız vardı ve o odanın penceresinden sinemanın perdesi görülürdü, üç defa seyrettiğimiz filmi bir de pencereden bakarak bir daha seyrederdik abimle. İtalyan Western filmlerinin, Yavru ile Kâtip filmlerinin dönemi...
Yazlık sinema şimdiki Los Santos Kafe'nin yani Münevver ve Ahmet Kuduğ’un evlerinin bitişiğindeki arsadaydı. Önce yazlık olarak orayı kullandık. Çok kısa bir süre. Ortak bir mülk müydü orası, tam bilemiyorum. Anlaşamadılar mı, ne olduysa o kapandı. Bunun üzerine onun arkasındaki alan yine büyük olduğu için yazlık sinemayı oraya taşıdık. O ilk yazlık dediğim yerde, 1971-72 gibi abimin sünnet düğünü de yapılmıştı. Demek ki o yıllarda kısa süre açık kaldı ve ardından diğer tarafa yeni yazlık sinema kuruldu.”
Engin Kuduğ. Fotoğraf: Yücel Tunca
Engin Kuduğ. Fotoğraf: Yücel Tunca
Engin Kuduğ. Fotoğraf: Yücel Tunca
Engin Kuduğ - Bergama 2021
Fotoğraf: Yücel Tunca
Engin Kuduğ, neredeyse sırt sırta olan arsalarda yer değiştiren yazlık Kermes’in ikinci mekânını daha iyi hatırlıyor:
“600 metrekarelik arsamızın köşesinde bulunan deponun çatısına çıkardık. Hemen yanında bir erik ağacımız vardı. Akşam olduğunda bütün komşu çocuklarıyla toplanır o ağaçtan deponun üstüne tırmanırdık. Ama bütün mahallenin çocukları, olduğu gibi hepimiz! Annelerimiz bize beslenme çantası verirlerdi. Bezlerin içerisinde ekmekler, meyveler, kekler, pastalar, bir sürü şey sarıp, tutuştururlardı elimize. Orada ellerimizden destek alıp yatar, yattığımız yerden çok güzel filmler izlerdik. Çok enteresan filmler vardı zaten. Sinemacılar da kızmazlardı çünkü onlara da para kazandırırdık. Gazozcuya sesleniyorduk, gazozcu bize içeriden gazoz satıyordu. Paramız da vardı çünkü. Orada hem gazozlarımızı içiyor, hem annelerimizin verdiklerini yiyip filmleri seyrediyorduk. Çok keyifliydi o zamanlar. 1973, ‘74, ‘75 yılları bunlar...”
‘Sinemacılar da kızmazlardı.’ diyor Engin Kuduğ fakat Şükrü Uyar da Edip Usta’nın sinemayı çevreleyen biriket duvarın üzerine, insanlar dışarıdan seyretmesin diye perde çektiğini hatırlatıyor. Hatta rüzgârın o perdeleri yelken gibi şişirip birkaç kez duvarın yıkılmasına dahi sebep olduğunu söylüyor.
KERMES SİNEMASI'NDA KONSERLER
Bergama’nın çeşitli sinemalarında sahne alan ve ünlü sinema oyuncularının adlarını Fatma Girk, Türkan Toray, Hülya Tokyiğit gibi küçük değişikliklerle kopyalayıp onları taklit eden şarkıcılardan sonra büyük sahnesiyle Kermes Sineması birbirinden güzel ve gerçekten ünlü şarkıcıların konserlerine ev sahipliği yapacaktı. Şimdi geniş bir parantez açıp, daha önce Bergama düğünlerindeki perdenin ortadan kalkmasını sağlayan ve ilerleyen günlerde Moğollar ile birlikte sahne alacak olan Bergama’nın efsane pop ve rock grubu Çılgınlar Orkestrası’ndan biraz daha detaylıca bahsedelim. Ardından unutulmaz Cem Karaca ve diğer konserlerden hatırda kalanlara kulak vereceğiz.
Çılgınlar Orkestrası Kermes Sineması'nda bir konserde. 1971
Fotoğraf: Macit Gönlügür arşivi
Çılgınlar Orkestrası’nın, 45 yıllık aradan sonra 2017 yılında bir kez daha toplanıp Bergama Kültür Merkezi’nde verdikleri konserin Ajans Bakırçay’daki haberinde şöyle deniliyor:
“Şimdilerde 60-70 yaş aralığında olan Bergama'nın efsane grubu üyelerinin konser biletleri bir hafta öncesinden tükendi. Konserde zor şartlarda ve imkânsızlıklarla dolu bir dönemde ortaya çıkan Çılgınlar Orkestrası elemanlarının müziğe olan tutkuları kısa bir film ile anlatıldı. Cem Karaca ve Barış Manço başta olmak üzere Türk pop ve rock müziğinin birbirinden güzel eserlerinin seslendirildiği konser izleyenler tarafından ayakta alkışlandı.”
Birçok insanın zaman zaman ağlayarak dinlediği konserde sahne alan Çılgınlar Orkestrası’nın kurucularından Macit Gönlügür anlatıyor:
“Bergama’nın o dönem en modern sineması olan Kermes Sineması’nda Çılgınlar Orkestrası olarak biz de birkaç kez konser verdik. Moğollar ile beraber verdik o konserlerden birini. Moğollar tek gelmişti. Onlardan önce çıkmıştık. Moğollar o konserde bize bir gaz da verdi. ‘Kendinizi geliştirirseniz Selçuk Alagöz'ü bile geçersiniz’, demişlerdi. O zamanlar Selçuk Alagöz çok meşhurdu tabii. Tüm imkânsızlıklarla o haldeydik. Çılgınlar'ın ilk başlangıç günlerinin imkânsızlıklarını bir anlatsam, oturup ağlarsınız. Nota yok, bir şey yok... Kulaktan her şey...
Çılgınlar Orkestrası. (Üstte ve altta) 1971
Fotoğraf: BERKSAV-Belleten/20
Gerçekten o dönemde bir olaydı yani Çılgınlar Orkestrası. 1967'de kuruldu, 1972'ye kadar çok çok güzel günlerimiz, gecelerimiz geçti. Aslında beş kişiydi orkestra ama ayrılanlarla, katılanlarla sayı daha fazla tabii. Benim dışımda Ömer Harputlu, Erol Canlı, Yakup Yıldız, Halil Gürkaşlar, Erol Karadağ, Yusuf Kenan Dalkıran, Bülent Şahin vardı. Bir de Bergamalı Alaeddin Şensoy’un yeğeni Tayfun Şensoy… Ama müteaddit defalar gruba dahil olanlar da oldu. Mesela Muhsin Kıratlı, nefesli sazlarda katılmıştı bir ara. Aylin Urgal diye bir sanatçı vardı, öldü trafik kazasında, onunla çalıştık. İzmir'e giderdik, düğünlerde çalardık. İnsanlar inanmazdı. Biz taşradan geldik, diyorduk göğsümüzü gere gere. İnanmazlardı. Çok istekliydik. Yabancı şarkılar da, Türkçe şarkılar da söylerdik. In The Year Twenty Five, Yesterday, A Man Without Love, Adieu Jolie Candy söylerdik. Bunların yanında Cem Karaca'dan, Barış Manço'dan söylerdik. Pop da vardı...”
Selahattin Tural, Bergama Düşlerimin Şehri-İzmir Sevdam adlı kitabında Çılgınlar Orkestrası’ndan şöyle bahsediyor:
“1968’li yıllarda Bergama’da muhteşem bir müzik gurubu oluştu. Çılgınlar! Çoğunlukla benim yaşıtım olan bu arkadaşlar, Bergama’da çığır açtılar. Ancak ülkemizde meşhur olamamaları, maddi durumları iyi aile çocukları olmalarından kaynaklanıyordu. Çünkü profesyonelce para kazanma ihtiyaçları yoktu. İstanbul gibi bir büyük şehre gidip şöhreti arayıp bulmaya gereksinim duymadılar. Yalnız, o zamanların önemli besteci ve şarkıcısı Alaattin Şensoy’un yeğeni olan Çılgınlar gurubunda org çalan Tayfun Şensoy hariç. Gurup dağılmaya yüz tuttuğunda liseyi bitirdikten bir yıl sonra İstanbul’a giden Tayfun’u, nasıl bir müzik geleceği bekliyordu, öğrenemedik. Gurubun diğer elemanları solo gitarda Macit Günlügör (Kitapta Macit Bey’in Gönlügür olan soyadı bir hata sonucu Günlügör biçimde yazılmış - YT), ritm gitarda Erol Karadağ, basgitarda Yusuf Dalkıran, bateride Halil Gürkaşlar, solist Ömer Harputlugil şeklindeydi. Çamlı Park’ta halk konserleri verirlerdi. Bazı özel düğünlerde çalarlardı. Bergama’da 1935’lerden beri yapılan Türkiye’nin en eski ve en devamlı festivali olma özelliği olan Kermes Festivali’nde konser verir, gösteri yaparlardı. Bergama Belediyesi’nin, o zamanki garajının yanındaki düğün salonunda prova yaparlardı. Bergama’da olduğum bazı günler provalarına gider, büyük keyif alırdım. İcraları çok güçlüydü.”
“İzmir'e giderdik, düğünlerde çalardık. İnsanlar inanmazlardı. Biz taşradan geldik, diyorduk göğsümüzü gere gere."
Kermes Sineması’ndaki unutulmaz konserde liseli genç kızlar sahneye çıkıp Cem Karaca’nın gözlüğünü almaya çalışacaklar…
İllüstrasyon: Nermin Yağmur Erman, 2021
EROL BÜYÜKBURÇ
BARIŞ MANÇO, ÖZCAN TEKGÜL... TAMAM AMA
CEM KARACA'NIN
YERİ BAŞKA
Bergamalıların özellikle yaz aylarında İzmir Fuarı’nda izlemeye gittikleri ya da Bergama Kermesi sırasında sahne almalarını heyecanla bekledikleri sanatçılar artık Kermes Sineması’nda konserler vermeye başlamıştı. Ablasının Bergama’da yaşadığı yıllarda onu ziyarete de geldiğini Sefa Taşkın’ın "Bergama’da Abacıhan Sokak" kitabından öğrendiğimiz Erol Büyükburç’un konseri gençler arasında büyük bir coşku yaratacaktı. Emel Girit, hayranı olduğu pop şarkıcısının Bergama’da konser vermesiyle ilgili bir anısını anlatıyor:
“Geçenlerde bir taksi şoförü ile konuşuyordum. Her nasıl olduysa sinema konusu açıldı yolda giderken. ‘Kermes Sineması'nda Barış Manço konserine gitmiştim.’ dedi. O gün bir işi çıkmış. Son anda koşa koşa yetişmiş konsere. ‘Çünkü çok önemliydi benim için.’ dedi. Ben de ona Kermes Sineması’nda Erol Büyükburç konserine gittiğimi anlattım. Ölüp bitiyorduk Erol Büyükburç'u dinlerken. Şarkılarının hayranıyız ve o Bergama'ya geliyor! Çok büyük bir olaydı bizim için.”
1960’lar ile 1970’lerin en sevilen müzik topluluklarından Beyaz Kelebekler de Bergama’ya, Kermes Sineması’na gelenler arasındaydı. 1970 yılında bir trafik kazasında üç üyesini kaybedip dağılma noktasına gelen grup kamuoyundaki yoğun talep üzerine yeni üyelerin katılımıyla toparlanacak ve ilk turne konserlerini Kermes Sineması’nda vereceklerdi. O konseri izleyenlerden Kerim Bayraktar şöyle anlatıyor:
“Ben kendilerini geçirmiş oldukları kazadan sonra çıktıkları ilk turnede Bergama Kermes Sineması’nda verdikleri konserde seyretmiştim. Sahneye siyah kıyafetleriyle çıkmışlardı. İlk şarkılarının ilk kıtası hatırladığım kadarıyla ‘Beyaz üç melektiniz, uçan kelebektiniz, bize haber vermeden, sonsuzluğa gittiniz’ diye başlıyordu.”
Yıllar sonra İzmir Devlet Opera Ve Balesi'nde solist ve genel sanat yönetmeni olarak yer alacak Selmin Öney Günöz ve liseli arkadaşları Kermes Sineması'ndaki Cem Karaca konserinde. 17 Ocak 1970. Fotoğraf: Selmin Öney Günöz arşivi
Kermes Sineması’nda sahne alanlar arasında hatırlanan Özcan Tekgül de var, Edip Akbayram da… Ama Cem Karaca deyince biraz durmak lazım. Çünkü onun sahneye çıktığı gün salonun arka sıralarında coşkudan kendinden geçenleri, sahneye fırlayıp Karaca’nın meşhur koyu renk camlı gözlüğünü çekip çıkartanları, birlikte fotoğraf çektirme yarışına girenleri; o konseri topyekûn hatırlayanların sayısı epey fazla.
Selmin Öney Günöz: “17 Ocak 1970… Bergama’ya Cem Karaca gelmiş, hepimiz okulu kırıp konsere gittik tabii. Fotoğrafta arkadaşlarım Zuhal, Serap, Sevindik… Arkada, Müberra’yı görüyorum coşmuş durumda. En arka locadakiler hep bizim liseden.”
Kerim Bayraktar: “Ablam da gitmişti ve geldiğinde, yanlış hatırlamıyorsam Bergama’nın tanınmış ailelerinden birinin kızının jest olsun diye sahneye çıkıp rahmetli Cem Karaca’nın gözlüklerini çıkarttığını heyecan içerisinde anlatmıştı.”
Hakkı Özlü: “Çok güzel konserler geliyordu Kermes'e. Harika konserler oluyordu. Cem Karaca da geldi. Biz oradaydık o zaman. Yıkıldı ortalık. O zaman gençler daha devrimci, biz de öyleyiz tabii... Şöyle yaptık hatta Cem Karaca geldiği zaman... Hatırladığım kadarıyla bizim Çılgınlar Orkestrası'nı gündüz seansında locaya aldık. Oysa kadınlar matinesiydi aslında.”
İlhan Çarpıkoğlu: “Cem Karaca'nın bile konseri oldu orada. Ben de gittim o konsere. Danyal Topatan vardı, eski Osmanlı filmlerinde oynayan bir aktör. İşte o, saçlarını kazıtmış, sırf arka taraftan bir atkuyruğu bırakmış, at ile şehir içinde geziyordu, ilan ediyordu Cem Karaca'nın geleceğini. O da aynı kumpanyadaydı. Beyaz bir at ile şakır şakır şakır bir yukarı bir aşağıya, bağıra bağıra ‘Akşama Cem Karaca'nın yanındayız, buluşuyoruz.’ diyerek. Kılıcını sallayarak esprili bir şekilde anons yapıyordu.”
Sibel Akbaş: “Bizim Kermes Sineması muhteşemdi. Herhalde benim kültürel donanımım oradan kaynaklanıyor. Sadece sinema değildi çünkü. Düşünün ben 13-14 yaşına kadar Moğollar, Ersen ve Dadaşlar, Cem Karaca, Beyaz Kelebekler, Selçuk-Rana Alagöz... Bunların hepsini, işletme sahibinin kızı ve ailesi olarak izleyebildim. Hayatımın en bedava kültürel aktivitesidir, düşünün, hiç para ödemeden ayağımıza kadar gelmiş…
Cem Karaca konserinden de bahsedeyim. Çok komiktir... Cem Karaca geldi. Hem gündüz, hem akşam konseri vardı. Gündüzleri kadınlar matinesi olurdu. Biz ikisine de giderdik. Akşam locada, gündüz de en önde olmamız lazım. En önde olmamız için ne yapmamız gerekiyor? Çünkü biz aslında salonu kiraya veriyoruz. Biz getirmiyoruz. Ama bize bir kontenjan veriyor konseri düzenleyen. Bu arada yerler de numarasız. Annem ile halam ya da onların iki arkadaşı gidiyor, bir tane uzun urgan alıyorlar, bu urganla ilk iki sırayı bağlıyorlar. Yer ayırtmak için urganla bağlama yöntemini kullanıyorlar.
Zaman zaman şöyle şeyler olduğunu hatırlıyorum. Kimileri itiraz ederdi, kavga filan çıkardı tabii. Şimdi düşününce demokratik açıdan, haklılar elbette. Ama biz yine de o vakitler öyle yapıp oturuyorduk en önde. Bir de konserlere gelenlerle mutlaka tanışır onlardan imzalı fotoğraf alırdım. Anneannem ile babaannem de mutlaka orada, salonda başrolde olurlardı.”
“Danyal Topatan vardı, eski Osmanlı filmlerinde oynayan bir aktör. İşte o, saçlarını kazıtmış, sırf arka taraftan bir atkuyruğu bırakmış, at ile şehir içinde geziyordu, ilan ediyordu Cem Karaca'nın geleceğini."
“Ben onun Fikret Kızılok olduğunu bile bilmiyorum. (...) 'Senden ricam bana bir tane gömlek diksene.' dedi. "
Bergama’nın günümüzdeki en iyi gömlek terzilerinden biri olan Mücahit Özçelik’in Kermes Sineması’ndaki konserlere ilişkin çok güzel bir hatırası var:
“Fikret Kızılok'a da gömlek diktim ben. Bak şimdi nasıl oldu... Fikret Kızılok buraya konsere geldi. Kermes Sineması'na... Benim dükkân da caddede, Ziraat Bankası'nın üstündeydi. Biz de bilet aldık, akşama konsere gideceğiz. Kızılok caddede gezerken benim dükkânı görüyor. Jarse gibi kumaşlarla dikiyoruz gömlekleri o zaman, daha çok gençlere yönelik. Esnek böyle... Girdi içeri. ‘Bunları siz mi dikiyorsunuz?' diye sordu. ‘Ben dikiyorum.’ dedim. Ben onun Fikret Kızılok olduğunu bile bilmiyorum. Yanında da bir arkadaşı var. ‘Ya bak bu çok güzelmiş!' dedi. Geniş yakalı, jarse, çok güzel... Moda... Dar, bedene oturan cinsten. ‘Senden ricam bana bir tane gömlek diksene.’ dedi. ‘Ama yarın alayım.’ dedi. Öğle sırasında gidecekmiş, ‘Gitmeden alayım.’ dedi. ‘Kusura bakmayın ama dikemem.’ dedim. ‘Yaa…’ dedi, ‘N'olur’ dedi. ‘Akşam dikersin.’ dedi. ‘Dikemem. Biz akşama konsere gideceğiz.’ dedim. Güldü bunu üzerine, ‘Ya bilader, ben akşam geleyim, sana burada okuyayım, sen de gömleğimi dikiver.’ dedi. ‘Allah allah! Siz misiniz o?' dedim. Kıramadım valla, gitmedim konsere. Konserden sonra geldi muhabbete. Gece oturdum onun gömleğini diktim. Bir zaman sonra onu benim gömlekle bir dergide gördüm. Yakalar geniş, kesik böyle… O dönem modaydı öylesi. Ucu böyle kesik... Keşke onunla bir fotoğraf çektirseymişim o zaman.”
Kermes Sineması’ndaki konserler faslını burada kapatalım fakat o yıllarda Bergama’nın farklı yerlerinde başka sinemalarda, Kermes şenlikleri sırasında Asklepion’da ve hatta bazı parklarda da konserler düzenlendiğini de söyleyelim. Mesela Çamlı Park’ta Emel Sayın konserinin yapıldığını, bedavacıları engellemek için konser alanının etrafının brandalarla çevrildiğini hatırlayanlar var. Son olarak da, bu sefer yabancı bir ünlünün 1979’da konser için Bergama’ya gelişinde yaşananları Süleyman Canoğlu’nun ağzından aktaralım:
“Zamanında belediyenin bir karavan tesisi vardı Güzellik Ilıcası'nın orada. Turistler karavanlarıyla gelip günlerce kalırdı o zamanlar. Mutfak, havuz, sıcak su vardı. Hatta o tesis yetersiz kaldığı için Nuri Abi, Karavan Kamping'i açtı yine oraya yakın yere. Rıfat Serdaroğlu'nun belediye başkanı olduğu dönemdi bu. Adalet Partili'ydi Serdaoğlu. Bergama Belediye Başkanlığı’nı aldıktan sonra düğününü Ilıca'da yaptı. Çok şaşaalı bir düğün yaptı ve oranın tanıtımı için de Christine Haydar vardı sinema artisti, Haydar Paşa'nın gelini denirdi... Onu getirdi Bergama'ya. O kadın yanılmıyorsam bir hafta kalmıştı burada. O bir hafta boyunca Ilıca’da havuza girdi. Onu görebilmek için çevre illerden bile geldi insanlar havuz başına. Konser verdi, bir fotoroman çekti. Ses dergisinin yaptırdığı bir fotoromandı bu. Çevreden genç simaları davet etmişlerdi, lise ortamında geçen bir fotoromandı. Hatta ben ona müracaat ettim. Aileme çaktırmadan fotoğrafımı gönderdim. Onay da aldım ama tabii aileme söylediğimde kabul etmediler.”
SİBEL AKBAŞ, AİLESİNİN İNŞA EDİP İŞLETTİĞİ
KERMES SİNEMASI'NI
ANLATIYOR
Sibel Akbaş, babasıyla dedesinin, kendi arsaları üzerine nasıl bir niyetle, hangi gerekçeyle bir sinema salonu inşa ettiklerini bilmediğini söylüyor:
“Şöyle olduğunu tahmin ediyorum: Babam ve büyükbabam müteahhit imiş. Herhalde bir işletme açalım, demişler. O dönemde sinema da herhalde parlayan bir yıldızdı. Fakat babam sinemada o zamana kadar hiç film izlememiş mesela. Hatta annemin anlattığı bir şey var: Halam Cumhuriyet Sineması'na gittiği için büyükbabam onu sokakta sürüyerek eve getirmiş. ‘Ne işin var senin orada!' diyerek. Yani biz kendi sinemamızı açana kadar sinemaya gitmiyoruz aile olarak. Başkasının sinemasına gitmiyoruz. O yüzden mi kendi sinemamızı yapmışız, nedir? Annem öyle derdi: ‘Bunların elleri ayaklarına dolaştı biz sinemaya gideceğiz diye, sonra kalkıp bize sinema yaptılar. Sayelerinde kültürel bir hayatımız olacak.’ derdi.”
Sibel Akbaş - Foça 2021
Fotoğraf: Yücel Tunca
Dedem Edip Biröz ile eşi Saadet Hanım’ın üç çocuğundan biriydi babam. Necati, Nurşen ve Gülşen. Biz de iki kardeştik. Abim Ünsal’ı erken kaybettik. 35 yaşında, trafik kazasında...
Babamlar Yugoslavya göçmeniydi. Kocacık Köyü’nden gelmişler. Öncesinde Karaman'dan götürülmüşler. 300-350 yıl kalmışlar orada. Sonra tekrar buraya dönmüş dedem tek başına. Sonraki akrabaları 50’li yıllarda değişimle gelmişler. Dedem ustaymış orada, burada da ustalık yapmış. Sonra müteahhitlik yapmaya başlamış. Babam da büyümeye başlayınca beraber yapmışlar o işleri. Mustafa Gülen diye bir mimar varmış o zaman. Fen İşleri Müdürü aslında. Babam onun yanında çalışırmış, proje çizermiş. Bergama'da Pamukçu İlkokulu'nu, daha başka bir takım okulları, Kınık'ta, Dikili'de... Dikili Pazarı mesela... babamın yaptığı yerler bunlar. 15 yıl filan böyle sürmüş. Bu arada kazandıklarıyla araziler alırlarmış, işte bu sinemanın arazisi de öyle alınmış. Aldıkları yere bir bina oturtmuşlar.
“(...) 80 yılında, Türk Hava Kuvvetleri'ne
1 milyon bağış yapıyor dedem. Televizyona çıkıyor, ona bir berat belgesi veriyorlar, bir de altın suyuna bandırılmış bir şey... Bu, utanç belgesi tabii
benim için."
Dedem öyle bir adam ki, bütün mal mülk kendi üstüne. Birlikte çalışmış olmalarına karşın dedem ölene kadar babamın hiçbir şeyi yok kendi adına. Yoksulluk bile yaşatıyor dedem babama. Hatta 12 Eylül’de, Kenan Evren döneminde, 80 yılında, Türk Hava Kuvvetleri'ne 1 milyon lira bağış yapıyor dedem. Televizyona çıkıyor, ona bir berat belgesi veriyorlar, bir de altın suyuna bandırılmış bir şey... Bu, utanç belgesi tabii benim için. O zaman da çok kızmıştık, üstelik bunu televizyondan öğrenmiştik. Babamın üç kuruşa ihtiyacı olduğu zamanlardı. O kadar yani...
Sinemanın yapımında dedemin sermayesi var ama babamın yaptığı bütün işlerin geliri de ona ait zaten. Dedem elinde tutuyordu hep sermayeyi.
Çok güzel, özenle yapılmış bir sinemaydı. Koltukları kırmızıydı. Başka şehirlerde, İstanbul dahil birçok sinema gördüm. Gördüklerimin içinde de en güzellerinden biriydi. Görüş açısı bakımından da öyle. Aşağısı eğimli değildi, düzdü. Locaları vardı etrafında. Yukarıda çok tatlı eğimiyle bir balkonu vardı. Çok iyi yapılmıştı sahnesi. Sahnenin perdesi sarı satendi. Muhteşem bir perdesi vardı. Annem yıllarca evde de kullandı o kumaşı. Sinema kapandıktan sonra misafir odasına perde yaptı ondan. Sinemadan alabildikleri tek şey o oldu herhalde. Ha bir de sandalyeler vardı. Uzunca bir süre yazlıkta kullandık. Kırmızı muşambadan sırtı ve açılır kapanır oturakları vardı. Yanları, kolçakları ahşaptı.
Sinemanın bütün yan duvarları lambriydi. Bizim sinema kapandıktan sonra Kardeş Sümer diye bir mağazaya dönüştü. O lambriler Kardeş Sümer zamanında da uzunca vakit kaldılar öylece. Duvar rengini hatırlamıyorum ama galiba çok koyu bir renk değildi. Sahnesi çok büyüktü. Orkestralar sığacak, tiyatro oynanacak kadar. Sanırım 500 kişilik filandı salonu. Balkona çıkmak için önce ikinci kata çıkıyordunuz. Orada da iki taraftan merdivenlerle balkona çıkılıyordu. Üçüncü katta da makine dairesi vardı demir merdivenle çıkılan. Cephesi dar ama arkaya doğru çok uzun bir arsadaydı sinema. Hiç bir karmaşası yoktu yapısının. Cadde tarafından giriyordunuz, fuayesi ve ortada çok güzel ahşaptan bir bilet gişesi vardı. Solda yine ahşaptan bir büfesi vardı. Bir Yılmaz Abi (Yılmaz Asık’ın askere gitmezden önce kapıda bilet kestiği, makine dairesinde tecrübe edindiği ve sigortalı olarak çalıştığı ilk yer Kermes Sineması idi. Sinemanın muhasebesini tutan Hakkı Özlü, kalabalık günlerde Yılmaz Asık’ın karşısında durup bilet kesimine yardım ederdi-YT) vardı. O da gişe, kantin işleriyle uğraşırdı. Kantinde gazozlar vardı, bisküviler vardı birkaç çeşit. Öyle ahım şahım bir şey olmazdı zaten büfede. Gerektiğinde gişeci gider kantin ile de ilgilenirdi. Yazlık sinemaya gişenin yanından geçilerek girilirdi. Yazlık sinema normal, klasik ahşap sandalyeleri olan bir yerdi. İlk yazlık yerimiz daha büyüktü sonrakinden.
Sibel Akbaş - Foça 2021
Fotoğraf: Yücel Tunca
Biröz ailesinin albümünden
fotoğraflar.
Nuriye ve Necati Biröz.
Necati Biröz, oğlu Ünsal ile...
Saadet ve Edip Biröz.
Nuriye ve Necati Biröz.
Sinemanın iki yanında iki tane dükkânın birinde berber, diğerinde de şarküteri vardı. Atilla Abi... Babamın ekürilerindendi. Akşam hasılat için babam sinemaya gittiğinde onunla mutlaka iki tek atarlardı.
Kermes Sineması makinisti ve idare müdürü Mehmet Şagban.
Kermes Sineması makinisti ve idare müdürü Mehmet Şagban.
Kermes Sineması makinisti ve idare müdürü Mehmet Şagban.
Kermes Sineması makinisti ve idare müdürü Mehmet Şagban.
Kermes Sineması'nın makinisti ve müdürü Mehmet Şagban. Fotoğraflar: Mehmet Şagban aile albümü
Mehmet Şagban Kermes Sineması'nı anlatıyor. 2021
Video: Sibel Akbaş, Montaj: Yücel Tunca
Babam sinemanın bütün işletmesiyle ilgilenirdi. Ben yetiştikten sonra babamla birlikte ilgilenmeye başladık. Onunla beraber devamlı İzmir’e, Çankaya’ya gider filmleri alırdık. Bir de Mehmet Şagban adında bir makinistimiz vardı. Mehmet Abi hem makinistlik hem de sinemanın müdürlüğünü yaptı. Sinema, abimle benim aynı zamanda oyun alanımızdı. Özellikle abim Ünsal, hep oradaydı. Hep de başına bir şeyler gelirdi. Şişeler kırılır, bir yerlerini keserdi. Mehmet Abi de hemen onu alır hastaneye götürürdü. Lunaparka, Kermes'e filan da hep Mehmet Abi götürürdü bizi. Manevi babamız gibiydi. Çok severiz onu. Yazları Çandarlı'da yaşıyor hâlâ. Mehmet Abi’yi babamdan daha çok tanırdı insanlar. Babam da çok sevmezdi zaten ortalıkta görünmeyi. Bir de Mühür Gözlü'müz vardı. Gözleri şaşıydı, biz ona şaşı demezdik Mühür Gözlüm (Nurettin Bey-YT) derdik. Bu ad ona o kadar olmuş ki adını hatırlamıyorum bile. Gişede dururdu o da.
Bizim sinemanın dışında ben bir kez Şehir Sineması'na, bir kez de Cumhuriyet Sineması'na gittim ama ikisine de kaçak, evdekilerin haberi olmadan gittim. Başka sinemaya gidemezdik. Öyle bir iznimiz yoktu. Eğer bizim sinemamız olmasaydı biz muhtemelen hiç sinema göremezdik. Gerçi ben isyankârdım, yine kaçar giderdim, başıma ne gelecekse de göze alırdım. Ama hakikaten bizim sinema beni çok doyuruyordu. İzmir'deki Çınar Sineması ile karşılaştırabileceğim kadar güzel bir sinemaydı.
Çocukluğumuzda vampir filmleri furyası vardı, en çok seyrettiğimiz filmlerdi onlar. Giuliano Gemma’nın oynadığı İtalyan Westernleri, Yavru ile Katip, Lorel Hardy... O dönemin popüler klasikleri oynardı. Gemma'nın bütün filmlerini seyretmişimdir herhalde. Türk filmlerinin de hepsini seyrettim. Lisede sabahçıydım. Öğlen okuldan çıktıktan sonra sinema seanslarına denk geldim mi bir film seyreder öyle geçerdim eve.
Hafta sonu film seyretmeye gideceksem dört beş arkadaşımı da götürüyordum. Çünkü ben götürdüğüm zaman gişeden kimse bir şey diyemiyordu tabii. Kan kardeşim olan bir arkadaşım vardı Uçkun, lise formalarımızla okuldan çıkıp film seyretmeye giderdik onunla. Eve geç kaldığında hâkim olan babası çok kızardı.
Öyle çok film seyrettim ki içime işlemiş, hâlâ bir sinema aşığıyım. Mesela şimdi de, 2019 yılında İzmir'de Mülteci Filmleri Festivali yaptık 9 Eylül Üniversitesi'nden sinemacı arkadaşım Ufuk Tanbaş ile birlikte. Halkların Köprüsü Derneği ile Fransız Kültür'de yaptık. Zaten o derneğin aktivistlerinden biriyim.
Yavru İle Katip
1969
“(...) dedem Edip Biröz de hacıydı. Sinemanın son zamanlarında gösterilen filmler de anlattığım gibi en az Aydemir Akbaş filan gibilerin filmleriydi, düşünün artık!"
1977-78'de sinema bir krize girdi anladığım kadarıyla ve uvertür filmler gelmeye başladı. Yılmaz Köksal, Aydemir Akbaş, Arzu Okay filmleri... Ben hatta Arzu Okay ile Foça'da tanıştım bir iki yıl önce. Onun bütün filmlerini seyretmiştim. Herkes o filmlere porno film diyor ama ben hiç öyle demedim mesela. Absürt komedi ya da seks komedisi denilebilir... Afişleri öyle değildi ama. Biz o filmlere gidiyorduk, eğer porno filan olsa gidilmezdi tabii. Gülüyorduk, eğleniyorduk o filmlerde. Bir dönem Ali Poyrazoğlu da vardı. Tiyatro oyuncuları falan... Öyle bir dönem geçti.
1978 gibi kapanmış olması lazım sinemanın. Çok komik bir şey var: İşletme muhtemelen dedemin adınaydı ve dedem Edip Biröz de hacıydı. Sinemanın son zamanlarında gösterilen filmler de anlattığım gibi en az Aydemir Akbaş filan gibilerin filmleriydi, düşünün artık! Zarar da ediyordu muhtemelen. Kadınlar ve çocuklar çekildi sinemalardan. Onlar tabii çok ciddi müşterilerdir sinemalar için. Konser dönemi de bitmişti o yıllarda kasabalarda. O noktadan sonra kâr olmadığı, zarara döndüğü için de kapandı. Sinema kapanınca Kardeş Sümer Mağazası'na kiraya verdik binayı. Onlar 1990-91’e kadar uzun yıllar kaldılar orada. Dedem öldükten sonra, bir-bir buçuk sene sonra Şükrü Uyar aldı şimdilerde Evkur Mağazası’nın olduğu binayı. Şükrü Uyar aldıktan bir süre sonra onlar da sinema işlettiler orada. Ama hiç gitmedim, içim elvermedi.”
Sibel Akbaş, görüşmemizin sonunda Kermes Sineması’nın çok kaliteli bir sinema olduğuna tekrar işaret ediyor, aynı şeyi izleyici kalitesi açısından da rahatça söyleyebileceğini belirtiyordu. Kimsenin başına en ufak bir şeyin gelmediğini, sinemaların buna çok müsait yerler olmasına karşın Kermes Sineması üzerinden hiçbir dedikodunun yapılmadığını söylüyordu fakat Bergama büyük şehirlere kıyasla küçük sayılabilecek bir kasabaydı ve kasabalarda gerçeklerin çarpıtılarak, hurafelerle yoğurularak yeniden biçimlendirilmesi istisnai bir durum değildi. Bir dedikodu çıktığında önünü almak kolay olmazdı. Kermes Sineması da böyle bir dedikodudan nasibini almıştı. Bugün dahi batıl inançlarla harmanlanmış o tuhaf söylentilerin sinemayı bitirdiğini, insanların bu yüzden sinemadan ayaklarını kestiğini düşünenler var. Bu söylentiye göre Kermes Sineması’ndaki bir konser sırasında bir kadın hastalanıp felç geçirmiş ve kırk gün sonra da hayatını kaybetmiş. Kimi yobazlar kadının, sinemanın eski bir mezarlığın üzerine yapılmış olduğu için çarpıldığı söylentisini yaymış. Bu söylentilerin Kermes Sineması’nın kapanışına giden yolu açtığı bugün dahi dillendiriliyor.
Necati Biröz’ün işlettiği Kermes Sineması, sinemanın müdürü Mehmet Şagban’ın da hatırladığı gibi 1978 yılında kapandıktan sonra mülk sahibi Edip Biröz tarafından kiraya verildi. Kiracı Kardeş Sümer, geniş alana ihtiyaç duyduğu için balkon kısmına da beton atıp sinemayı iki katlı bir perakende mağazasına dönüştürdü. Döneminin Bergama'daki en popüler mağazalarından biri olan Kardeş Sümer, Edip Usta’nın 1990-91 yılındaki ölümüne kadar burada faaliyetine devam etti. Edip Usta’nın ölümünden sonra çocukları tarafından satışa çıkartılan binayı Şükrü Uyar satın aldı.
YENİ NESİL SİNEMALARIN İLK ÖRNEKLERİNDEN BİRİ: KERMES SİNEMALARI
Şükrü Uyar anlatıyor
Türkiye’nin içinden geçtiği bir başka karanlık dönem olarak hatırlanan 1990’lar, gazetecilerin, akademisyenlerin, Kürt iş insanlarının, suikastler düzenlenerek öldürüldüğü, gazete binalarının bombalandığı, faili meçhul cinayetlerin gündemden düşmediği, Sivas Madımak Oteli Katliamı’nın yaşandığı, herkesin korkuyla beyaz Toros otomobilleri ve JİTEM’İ konuştuğu, insanların Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde yargılandığı, Refah Partisi-Doğru Yol Partisi’ne karşı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Milli Güvenlik Kurulu’nda aldığı kararlar neticesinde ülkenin postmodern darbe ile tanıştığı yıllardı. Türkiye’nin bir kez daha format atılan siyasi ve toplumsal hayatı, 1999 yılındaki Marmara Depremi ile bir şok daha yaşayacak, 2001’deki ekonomik krizin de etkisiyle siyasi iktidar yeni kurulmuş olan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne geçecekti.
Türkiye genelinde kıyametin kıyısında geçen 90’lı yıllarda Bergama sakinliğini koruyor, gündelik hayat büyük değişimler göstermeden devam ediyordu. Bu dönemin ortalarında, Bergama iş dünyasının tanınan isimlerinden Şükrü Uyar, Edip Biröz’ün ölümünden sonra satışa çıkartılan eski Kermes Sineması’nın bulunduğu binayı satın alacak ve Kermes Sineması’nı farklı bir tasarım ile yeniden Bergama’ya kazandıracaktı. Bu sürecin ayrıntılarını Şükrü Uyar şöyle anlatıyor:
“Edip Usta’nın mirasçısı olarak iki kızı ve bir oğlu vardı. Onlar satmaya karar vermişler binayı. Bunun üzerine alıcılar gelmeye başladı. Baktım iş ciddi, hakikaten satıyorlar, benim de hemen yan tarafım olduğu için ben de talip oldum. Burası Sayın Restoran idi eskiden, öncesinde de önemli bir kıraathaneydi, İbrahim Efendi'nin kahvesiydi... O günün şartlarında istedikleri büyük bir paraydı. Kardeş Sümer'e de fazla geldi fiyatı galiba. Bana döndüler. O günkü şartlarda 1994'te mülk olarak biz satın aldık. Binayı alırken ne yapacağıma dair kafamda bir düşünce yoktu. Sadece ve sadece iş yerimin yanı, huzursuz bir insan gelir, çocuklarımın ve benim rahatımı bozar, diye düşünerek aldım. Herhangi bir projem yoktu yani alırken. İki mağazanın arasındaki duvarı kaldırdık, bir bütün mağaza yaptık.
Bir gün o dönemin kaymakamı Ali Şanlıer bana ‘Şükrü Uyar, şu memlekette bir sinema dahi yok. Gençler nereye gidecekler? Nerede vakit geçirecekler? Burada madem şimdiye kadar bir şeyler yaptın, ticarette bir şeyler kazandın, bu memlekete bunun karşılığını vermelisin.’ dedi."
Kaymakam, ‘Biz Bergama’ya gidiyoruz diye çok sevindiğimizi söylüyorduk eşimize dostumuza fakat burada sinema dahi yok kardeşim! Bu konuda herhangi bir şekilde alet edavat anlamında ne istersen, ne gerekirse ben belediyeden bunları tedarik ettireceğim. Yeter ki şu gençlerin vakit geçirebileceği bir yer yap.’ diyerek Şükrü Uyar’ı teşvik ediyordu.
Çocukluğunda, gençlik yıllarında meydanlara asılan afişlere bakıp haftanın üç dört günü bazen ailesiyle bazen de arkadaşlarıyla sinemaya gittiğini anlatan Şükrü Uyar, Cumhuriyet Sineması’ndan, Yeni Sinema’ya, Yıldız Sineması’ndan Kermes Sineması’na kadar tüm sinemalarda film seyrettiğini söylüyor. Tommiks-Teksas kitaplarını okumak dışındaki en büyük eğlencelerinin sinemaya gitmek olduğundan bahsediyor. Mayıs ve haziran aylarında açılan yazlık sinemalara koşan, oralarda seyrettiği Kadınım filmindeki Tanju Okan'ın aynı adlı şarkısına âşık olan, hala da dinlemeyi çok sevdiğini söyleyen Uyar, çocukluk heyecanlarını da hatırlayıp Kaymakam Ali Bey’in önerisini hayat geçirmeye karar veriyor. ‘Doğru söylüyorsun sayın kaymakamım, burada madem ki böyle bir düşüncedesiniz, biz de bunu yapmakla mükellef olalım.’ diyerek kolları sıvıyor:
“Ancak o dönemin belediye başkanı Akif Ersezgin idi. Sinemaları yaptık. Kaymakam Bey’in de çok hoşuna gitti. Buradaki adli makamlar, hâkimi, savcısı geldiler, bin defa teşekkür ettiler. Biz tam açılışı yapmak için hazırlanırken Akif Ersezgin açılış için izin vermedi. İzin vermemek için bahaneler aradı. En sonunda ‘Yangın kaçışı yok buranın.’ dedi. Yangın kaçışının olması için de iki tane merdiven vardır, bir tanesi normal merdiven, bir tanesi de yangın çıkış merdivenidir. Bütün mağazalarda, işletmelerde böyledir bu. Gösterdik merdivenleri ama olmadı, en sonunda binanın dışından bir yangın merdiveni yaptık. Ayrıca SİT alanında olmamıza rağmen yeri 1,5 m derinlikte 10 metre uzunluğunda kazdırıp 15 tonluk su deposu yaptırttılar bize. Elinden gelen her türlü zorluğu çıkardı.
“Türkiye genelinde kıyametin kıyısında geçen 90'lı yıllarda Bergama sakinliğini koruyor, gündelik hayat büyük değişimler göstermeden devam ediyordu."
Kadınım
1975
“En büyük salon 175 kişilikti. Ondan sonraki, arkadaki salon 85 kişilik, onun yanındaki de 68 kişilikti. Büyük salonun koltukları mavi, diğeri bordo, öteki de yeşildi. Rengârenk yapmıştık. "
Böyle olunca aşağı yukarı iki buçuk üç ay açılışı yapamadık. Nedeni de şuydu: Akif Ersezgin seçim konuşmalarında insanlara ‘Ben bu gençler için sinema kültürünü getireceğim buraya.’ demesine rağmen yapamadığından dolayı benim yapmamı kabullenemedi. Hatta ve hatta bu konuda ‘Sinemalar açılamıyor.’ diyerek İzmir Valiliği'ne çıktım. Vali yardımcısıyla bire bir görüştüm, derdimi dinledi. Plan ve projede eksik yoktu, ne varsa hepsini yaparak açılışa hazırlanmıştık. Sadece husumetten dolayı oluşan bir hadiseydi. İzmir Valiliği'nin sinemanın açılması adına ısrarı üzerine 1999 yılında üç salonlu sinemayı açabildik. Kermes Sinemaları diye adlandırdık. Çünkü Kermes, bir kültür burada. Ben de o geleneği devam ettirmek istedim.”
Şükrü Uyar’ın binasının zemin katında bir market vardı. Kermes Sinemaları üst kata, üç salon olacak biçimde kuruldu:
“En büyük salon 175 kişilikti. Ondan sonraki, arkadaki salon 85 kişilik, onun yanındaki de 68 kişilikti. Büyük salonun koltukları mavi, diğeri bordo, öteki de yeşildi. Rengârenk yapmıştık. Salonlar arasında ses geçmesin diye çok iyi bir şekilde ses izolasyonu yaptık. Üç salon aynı anda çalıştığında bile ses hiç geçmiyordu. Üç salonu da muhteşem biçimde yaptık gerçekten. Kaymakam Bey muhteşem bir insandı o günkü şartlarda ve ben de ona en iyi biçimde yapma sözü vermiştim, o da ‘Hadi bakalım bekliyorum.’ demişti. O yüzden ben de ona yakışsın diye en güzelini yaptırdım. Malzeme olarak, dekorasyon olarak... Projeksiyon, ses sistemi hepsi sıfırdı. Hepsi yeni malzemeydi.
Kara Mehmet dışında İzmir'den gelen iki makinistimiz vardı. Birine Dede derdik, o baş makinistti. Bir hatada, bir arızada en kısa zamanda yapar, tamir ederdi. Bir de onun yetiştirdiği bir eleman vardı, onu da getirmişti yanında. Onlara burada bir ev tutmuştum. Gişede zaten daha ziyade kızım Aslı dururdu. Büfede popcorn filan yapan biri olurdu. Atmaca'dan birilerini getirtirdik haftada bir gün. Sinemanın kapalı olduğu pazartesi günleri onlar kıyı köşe temizliğini yaparlardı. Eski sinemalardaki seans düzeni değişmişti. Kadınlar için ayrı seans yapmıyorduk. Tüm seanslara herkes gelebiliyordu.
Sinema işi para kazandıran bir meslek değil. Para kazanan bir iş değil. Bir de biz hep böyle yeni vizyona çıkmış filmleri getirirdik. Garantili... Derdik ki, 5 bin seyircinin altında kalırsa ben sana onun ücretini ödeyeceğim, öteki türlü de yarı yarıya anlaşırdık film şirketleriyle. Sonra öyle bir şey ki, gençler sinemaların kıymetini bilmemeye başladılar. Ellerinde bıçaklar, çakılar, jiletler, başladılar minderleri kesmeye. Başladılar duvarları kesmeye. Duvarlar da sünger kaplamaydı çünkü. Dekorasyondaki kadife perdeler... Çok özenerek yapmıştım hepsini. Gündüz 12'den, gece 12'ye kadar devamlı seans vardı. Üç ayrı film oynardı. Fakat gençler böyle yaptıkça benim sinemaya karşı keyfim gitti. Zevkim gitti.
Esasında bu sinemalarla kızım Aslı uğraşıyordu. Aslı turizm okulunu bitirmişti, biraz da onun için yapmıştım sinemayı. ‘Burası Kaymakam Bey’in hatırası, buraları sen çalıştır.’ demiştim. O ilgileniyordu film şirketleriyle filan. İstanbul'daki film şirketlerinden filmleri seçer, siparişi verirdi. Ama sonraları ben her uğradığımda Aslı’yı üzgün görüyordum. ‘Baba yine koltukları paramparça yapmışlar, beş tane perdeyi kesip atmışlar.’ falan derdi. Ve bunun yanında bir de sigaraları da oturma minderlerine basıp söndürüyorlarmış. Biraz da yangına sebep verecekler diye korktum o zaman. Yakacaklar sinemayı! Neden böyle yapıyorlardı, o da bilinmeyen bir hadise... O günkü şartlarda dedik ki ‘Demek ki artık Bergamalı bu sinemaları istemiyor. Nasıl ki istenm